Karakeçi Köyü 2

6.4K 143 10
                                    

Bavulları ben almıştım, eşimde peşimden beni izliyordu. Sessiz, sakin bir yolda yürüyor ve bir yandan da sohbet ediyorduk. 

"Bu köyde bayağı bir aksiyon yaşayacağız" dedim gülerek. 

"Bu kadar rahat konuşman beni sinir ediyor" dedi. 

Üstüne çok varmadım, sonuçta eşimin bazı problemleri vardI. Bazen ani tepkiler verebiliyordu.

Köye aşağı yukarı 1-2 km kala çalılardan bir ses duydum. Gülüşme sesleri geliyordu. Füsun korkmuştu. 

"Hadi hızlanalım" dedi. 

"Dur ne olduğuna bakayım" dedim. 

"Fuat gel buraya, gidip ne yapacaksın" diye çıkıştı, ama dinlememiştim. Ben çalılara bakarken bu sefer yolun karşı tarafındaki çalılardan da bir hareketlilik geldi ve eşimin başına büyük bir taş gelmişti. 

Füsun'un alnı yarılmıştı, kan içindeydi...

Oradaki çalılara doğru koşmaya yeltendim, ama eşimi yolda yalnız bırakamazdım. Kim var ulan orada diye bağırdım. 

Ses seda yoktu, kaçma sesi dahi gelmemişti ve gülüşmeler devam ediyordu. 

Füsun korkmuştu, elleri ayakları titriyordu. Onu bir süre kucağımda ileri bir noktaya taşıdım. Çantadan bir penye çıkarıp alnına sardım. Daha sonra köyün girişine kadar konuşmadık.

Sanırım ikimizde korkmuştuk. (Füsun hanım burada olanlar anlatılırken doktorların gözetiminde ayrı bir odada tutulmuştur) 

Köye girmiştik. Füsun halen kendinde değil gibiydi, açıkçası az önce yaşanan taş atma olayı beni de bayağı etkilemişti.

Köye giriş yaptık... Bütün dikkatimi köydeki evlere, sokaklara, meydanlara veriyordum. 

Kalabalık sayılacak bir köy değildi. 55-60 tane hane vardı. Bu hanelerin bir kısmı da anlatılan olaylar yüzünden köyden göç etmişti zaten.

Köy meydanına gittik, daha öğlen olmamıştı... "Daha iyi misin?" diye Füsun'a sordum. 

Cevap vermiyordu, etrafa korkarak bakıyordu sadece. Alnından damlayan kan yerdeki karları kırmızı hale getirmişti. 

Köyde küçük bir muhtarlık vardı, köy kahvesinin yanında. Zaten o dönemlerde köy kahveleri muhtarın emrinde olur, bir bakıma onun ofisi gibi olurdu.

Füsun ve ben oturup muhtarın gelmesini bekledik. Aradan 1 saat geçmeden de muhtar S.B. yanımıza gelmişti. Güler yüzlü bir şekilde karşılanmıştık. 

Bize kalacağımız evin köyün en güzel konaklarından birisi olduğunu; Okula bu sene katalitik soba, geniş sıralar gibi şeyler aldıklarını anlatıyordu.

Merak edip sordum. "Buraya gelirken herhalde kötü bir şakaya kurban gittik" diye. 

"Hayırdır öğretmen bey ne oldu?" dedi. 

Eşimin alnını gösterip "fark etmediniz mi? Bu yara köye 3-4 km uzaklıktaki patika yolda oldu, çalılardan bir yerden taş atıldı" dedim.

Muhtarın yüzü asılmıştı... "Demeyin ya" diyerek ayağa kalktı. 

"Hayırdır muhtar bey" diye sordum. Füsun'a dönüp "Bizi biraz yalnız bırakabilir misiniz" dedi. 

Füsun ayağa kalktı, tam gidecekken "Hayır, Füsun hanım burada kalsın. O da burada konuşulacakları duysun istiyorum" dedim.

Kötü şeylerin anlatılacağını bile bile hasta olan eşimi niye yanıma çağırdım inanın bir fikrim yok.

"Siz bilirsiniz" dedi muhtar. "Bak öğretmen bey, bu Köyle ilgili çok hikaye duymuşsunuzdur.

Bu köye Karakeçili olandan başka kimse gelmez, kimse uğramaz, bizim içinde, o köyün insanı kafirdir, Allah onlara cezalarını veriyor derler" dedi.

Ben dinliyordum... Füsun da biraz daha dikkatli dinlemeye başlamıştı. 

"Anlatılanların her ne kadar yalan kısmı varsa, gerçeklik kısmı da vardır.

Biz bu köyde 3-4 yıldır çok değişik şeyler, çok değişik olaylar yaşadık. Köydeki bütün camileri kapatıp boşalttık. Köyün erkekleri namaz için camiye gidince o şerli şeyler evde yalnız kalan hanımlarımıza çocuklarımıza saldırdı. 

Köy camimiz çok kere yangına kurban gitti. Duvardaki yazılar parçalandı. Köylünün hayvanları telef edildi. Ve daha niceleri" dedi.

Bunlar anlatılırken Füsun koluma girmiş, kolumu farkında olmadan sıkmaya başlamıştı. Korktuğu her halinden belliydi... Ben bir şey diyemedim... 

Köyün muhtarı bunları anlatınca "kuruntu" demek saçma geliyordu.

Üç Gölge Köyü ve Daha NiceleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin