Musabbar 3

3.3K 109 22
                                    

Sabah olmuştu. Teyzem avluda kahvaltıyı hazırlamış, teyze oğlum çiftlikten taze yumurta ve süt getirmişti.

Defne de uyanmıştı. Dün gece rahat bir uyku geçirip geçirmediğini sordum. Çok teşekkür edip, rahat uyuduğunu söyledi.

O aşağı inip avluya oturmuştu, ben de Defne'nin çıkmasını fırsat bilip odama girdim ve eşyalarımı hazırlamaya başladım.

O an Defne'nin kolyesi dikkatimi çekti. Babil'den kalma İran'lı alimlerin kullandığı Şah Süleyman'ın sembolize edildiği bir kolyeydi...

Kolyeyi yerine bıraktım, bavullarımla birlikte aşağıya indim.

Kahvaltı edildi, ortalık toplandı.

Teyzemle ve teyze oğlumla vedalaşıp, Defne'nin arabasına bindik.

Kütahya'dan Bursa'ya gitmek epey yakındı.

Defne konuşmaya başladı. "Peki sen nereden öğrendin bu işi ?" diye sordu.

"Ben babamdan el aldım... " dedim.

Defne bu konulara az çok ilgi duyar gibiydi.

"Beni yanlış anlamanı istemem, ama ben bu olayları biraz psikolojik görüyorum" dedi.

"Eğer psikolojikse kardeşini neden iyileştiremedin ?" diye sordum.

"Bilmiyorum" dedi.

Yakınlarda bir yerde durması gerektiğini söyledim. Nedenini sordu...

Bir merhem yapmamız gerektiğini ve bunun için dağ çiçekleri ve ısırgan otuna ihtiyacımız olduğunu söyledim.

"E, aktardan alabilirdik." dedi.

Isırgan otunu, eğer bir cinle telepatiye geçme yolunda bir merhemde kullanacaksanız, otun sizi ısırmasına izin vereceksiniz.

Sadece insanın canına, can değdiren şeyler bu işte.

Arabayı yol üzerinde sağa çektik. Defne arabanın önünde telefonla konuşuyordu, ben de çiçek topluyordum.

Eğer biraz daha sabrederse öğle namazını da kılmak istediğimi söyledim, sorun olmadığını söyledi.

Bütün bu görevleri hallettikten sonra tekrar yola koyulduk. 

Öğlen saatlerinde yolculuk bitmişti. Bursa'da Zeytinbağı denen bir sahil ilçesindeydik.

Genelde kışları ve bahar ayları boş oluyordu.

Bir uçurumun ucunda yerleşkeleri bulunan bir beldede genelde yazlıkçı insanlar yaşardı.

Defne'ye annesinin ve kardeşinin saat kaçta eve gelebileceklerini sordum. Bugünü hastanede geçireceklerini, akşam eve döneceklerini söyledi.

Arabayla sahile doğru indik , Defne bagajdan 2 tane katlanır sandalye çıkardı. O denize bakıp sigarasını içiyordu.

Ben de bilgi almaya çalışıyordum.

"Ailenizin düşmanı, hasmı kişiler var mı ?" diye sordum. Öyle birisinin olmasının mümkün olmadığını söyledi.

"Biz dış dünyaya kapalı bir aileyiz. Bizi burada bile tanıyan insan yoktur" dedi.

Kendi içinde bir aile oldukları belli oluyordu zaten.

Evleri bir yalıyı andırıyordu.

Hava kararmıştı, etrafta fazla insan yoktu.

O sırada bayırdan aşağı inen bir arabanın farını gördüm. Bu araba sizin olabilir mi dedim...

Evet onlar dedi.

Araba yanaştı. Annesi ve Sedef arabadan indiler.

Kız bembeyazdı. Gözleri anlamsız bakıyordu. Hepsiyle teker teker tokalaştıktan sonra Defne, Sedef'in koluna girdi ve onu yukarı çıkardı.

Ben annesiyle aşağıda kalmıştım... "Seni hatırlıyorum, demek büyüdün ve bu işlerde uzmanlaştın" dedi.

Gülümsedim... "Bize yardımcı ol evladım, lütfen." dedi. Elimden geleni yapacağımı söyledim.

Defne, Sedef'i odasına bıraktıktan sonra yanımıza indi. Henüz eve girmemiştim.

O sırada Sedef'in odasına baktım, pencereden bana nefret dolu bakıyordu. Görmezden geliyordum. Ailesinin fark etmesini istemezdim.

Ben ona bakmadıkça o daha da sinirleniyor, cama vuruyordu.

Sesi duyuyordum, o cama vurdukça sanki beynime cam kırıkları batıyor gibi hissediyordum, ama belli edemezdim.


Üç Gölge Köyü ve Daha NiceleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin