Çınarcık Olayı 4

9.3K 286 31
                                    

Arabada kimse bu olay hakkında konuşmuyordu. Sessizliği Neslihan bozdu. "Neden böyle bir şey yapsın ki" diyordu. 

"O yapmadı" dedim.

Şaşırmışlardı... "Polis intihar ettiğini söylüyor ama" dedi.

"Bilmiyorum, Orhan bana intihar etmediğini söyledi" dedim.

Onlar da korkmuştu. Onlar cinayetten, ben ise daha farklı şeylerden şüpheleniyordum.

Otele geldiğimizde Orhan'ın odasındaki inceleme bitmişti. Kapıda ve herhangi bir yerde zorlama görülmüyordu. Pencerelerde de farklı kişiye ait izler yoktu. Her yer yerli yerindeydi aslında, kameralarda da bir şey yoktu.

O sırada Orhan'ın yatağının hemen üstünde bir kağıt parçası gözüme ilişti. Polisler görememişler herhâlde, ince bir detaydı.

Kağıdı alıp baktım "ہزار نو سو ننانوے" yazıyordu. Bu yine o yazıydı, 1999 yazıyordu.

Ama bunun anlamı depremin tarihi miydi, yoksa farklı bir şey miydi bilmiyordum. Oradaki kağıdı alıp odama geçtim. Bahri Abi ve Neslihan da dinleniyorlardı.

Bu sayı ile benim kağıdımdaki sayı aynıydı. Orhan ile konuşmam lazımdı, ama bizi kabul etmiyordu.

Akşam yemeğinde bir araya geldiğimizde Bahri Abi kanala bu durumu ilettiğini ve Orhan'ın hastaneden çıkınca evine dönmesi gerektiğini söyledi. 

Biz de ona katıldık. Tek düşündüğümüz onun sağlığıydı. Ve 3 günün sonunda, Orhan taburcu oldu, Bahri Abi ve Orhan merkeze döndüler.

Neslihan ve ben Kocadere köyündeki diğer habere gidecektik. Neslihan bana yolda;

"Bahri Abi'de bir farklılık yok mu sence?" dedi.

"Nasıl yani" dedim.

"Bilmem... Bu haberde biraz farklı gibiydi, sanki o değilmiş gibi" dedi.

"Bilmem, fark etmedim" dedim.

Neslihan ile aram o kadar iyi değildi, pek fazla konuşmazdık.

Neslihan ile Çınarcık - Kocadere minibüslerinin kalktığı otogar benzeri bir yere gittik. Onun da, benim de aklı Orhan'daydı.

Neslihan ile Orhan'ın arası çok iyiydi, Orhan ekibin en sevecen insanıydı. Neslihan bana bakıp;

"Orhan'ın intihar ettiğine ihtimal vermiyorum. Bence otelde birisi ona saldırdı" dedi...

"Olabilir, ama polisler ikinci bir kişinin izini görmemişler" dedim.

Yine de ikimiz de inanmıyorduk onun böyle bir şey yapacağına, yapmazdı...

Orhan'ın bizimkinden farklı bir yaşantısı vardı. Ailesi zengin insanlardı, çok sayıda evleri, spor arabaları, bağları bahçeleri vardı, ama Orhan onların servetini istemeyip gazetede çalışıyordu.

Annesinin babasından gizli yolladığı paraları da Mehmetçik vakfına, löseve, kızılaya bağışlıyordu. (imkanı olan herkesin yardım yapmasını rica ederim) Mesleğini seven, mutlu hayat yaşayan bir insanın bu duruma gelmesi bizi üzüyordu.

Minibüse atlayıp Kocadere köyüne doğru yola çıktık.

Sahil kenarında düğünlerin, sünnetlerin yapıldığı, sevimli bir köy olduğunu anlatmıştı bize minibüs şoförü.

Fakat 1999 depreminden sonra köydeki hanelerin çoğunun boş olduğunu, mezarlıktaki isimlerin esrarengiz bir şekilde silindiği ve zaman zaman denizin kıyısında kan izlerinin olduğunu iddia ediyordu.

Bunlar birer iddiaydı tabi ki, ama anlattıkları şeyler bizi ürkütmeye yetmişti...

Şoför 30'lu yaşlarda genç sayılacak bir adamdı. "Peki bu köyde başka ne tür esrarengiz olaylar oldu ve bunları dinleyeceğimiz birisi var mı?" diye sordum.

"Valla köyle ilgili herkes bir şey anlatır, ama işin aslını astarını Nedim İnce hocamız bilir (Bu kişi sayın Muharrem İnce'nin dedesinin kardeşi olur. Eğer bir sıkıntı olacaksa bu bilgiyi sileceğim)

"Siz gidip onunla bir konuşun, zaten köye de geldik" dedi. Köydeki bütün haneler gözümüzün önündeydi. Çok fazla insan kalmamıştı haliyle...

Minibüsten eşyalarımızı, aletlerimizi indirip; küçük bir çay bahçesine oturduk. Minibüsçü arkadaş sağ olsun köy kahvesine gidip, sayın Nedim İnce'yi çağırdı ve başladık konuşmaya...

Üç Gölge Köyü ve Daha NiceleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin