Gizemli Rüya 10

3.4K 119 38
                                    


Yüzü çok yaşlıydı ve ağzını açmış bize gülüyordu, o an görünce irkildim, bir anda nereye geldik anasını satayım dedim içimden.

Kadını görünce hocaya, burada dedim.

Kadın dışarı çıktı, iki büklüm kısa boylu, elinde baston olarak kullandığı eski bir bastonla kafasını kaldırmadan gözlerini yukarı dikerek bize gelin içeri gelin dedi.

Salondan girdik ayakkabıları çıkarmak için ayrı bir bölüm vardı orada ayakkabılarımızı çıkardık ve salondan sağdaki ilk kapıya döndük, kadının bize baktığı odaydı burası.

Odanın içinde ilk dikkatimi çeken duvardaki takvimdi, sayfalarını yırtıp aldığımız takvimlerden ama takvim sap sarı sararmıştı tarihide 1976 idi.

Evin içinde çok eski gri bir halıfleks vardı ama kirden rengi siyaha yaklaşmıştı. Tahta olan evin duvarlarında çitlerde asılı olan kargaların artık kup kutu olmuş hali vardı.

Herkes içeri girdiğinde kadın oturma odasının kapısını da kapattı ve kapının arkasında genelde kıyafet asılı olan yerde yarasa ölüleri vardı, aynı kargalar gibi asılmış şekilde ama kurutulmuştu.

Hepimiz tedirgin tedirgin oturduk, kadının gözü nedense bendeydi, kadının gözlerinde resmen cadılık vardı. Zaten bilen bilir (CADI) diye bir efsane vardır, Karadeniz de uzun yaşayan yaşlı ve kılık değiştirebilen bir CADI tabiri vardır bunun gibiydi işte...

Her neyse, kadın bana gözlerini dikmişti, dişsiz ağzı ile saçma sapan gülüyordu ama gözlerinde o gülme yoktu. Hoca lafa girdi nasılsın falan bir şeyler dedi laf açmak için.

Yolda gelirken ekmek almıştık kadına giderken elimiz boş gitmeyelim diye, ekmeği kadına uzattı hoca, kadında bana oğlum sen mutfağa bırak dedi, mutfakta hemen o odadan geçilen bir yerdi kapısı da yoktu, mutfağa masaya bırak dedi. Mutfağa girdim çok pisti yani mide bulandıracak derecede...

Ekmekleri masaya koyarken yerde duran koca kazana gözüm ilişti, kapağını kaldırdığımda küçük kaplumbağa kabukları vardı içinde, bildiğin içinden hayvanı çıkarmış sanki kabuklarını almış gibi 4,5 tane irili ufaklı kaplumbağa kabukları vardı.

Kadın her halde anladı ki hemen gel içeride otur oğlum dedi beni içeri çağırdı.

Gözünü bana dikmişti resmen bana bir acayip bakıyordu, ağzı gülüyordu ama gözlerinde farklı bir bakış vardı, bu beni yeterince tedirgin etmişti.

Birde o kaplumbağa kabuklarını görünce iyice tuhaflaştım bir an önce gidelim istiyordum.

Hoca tüm yaşadığımız olayları kadına anlattı. Kadının ağzı hep açıktıyüzü gülüyordu, sanki bir deli ile konuşuyor gibiydik, kadın dinledikçe de bana bakıp başını sallayıp anlatılanları onaylıyor gibiydi.

Hocanın anlattıklarını sonuna kadar dinledi, her şeyi anlattı hoca, sonra kadın ayağa kalktı, yaz günü olmasına rağmen sobasını yaktı, üzerine kazan koyup su ile doldurdu, kazanın içine saçma sapan otlar attı.

En son kurumuş bir karganın ayağını kesip kazanın içine atıp kaynattı, yaklaşık 15-20 dakika sonra kazandan su alıp bana verdi, sap sarı iğrenç ve sıcak bir suydu, içmem için bana verdi ama o şeyi asla içmezdim rezil kokuyordu.

Babamlar da ısrar edince bir kaç yudum mecburen aldım, kokusu da tadı da iğrençti.

Bardağın gerisini bıraktım kusasım geldi, sakın kusma dedi hoca, dışarı çıktım herkes içeride kaldı, derin derin nefes ala ala kusmamaya çalıştım.

Mide bulantım geçince tekrardan içeri geldim, annem kadının temizlenmesi imkansız olan pas tutmuş bardaklarını duru suda yıkıyordu, çekmecelerde olan, kaşık çatal ne varsa çıkardı, dolapların içleri örümcek ağı tutmuştu.

Annem üst rafa uzanıp açacak gibi oldu, başı yere eğik anneme bile bakmayan kadın oraya dokunma dedi ama sanki kükredi.

Babamla hoca konuşurken sohbetine ara verdiler o ses cidden ürkütücüydü. Annemde önündekileri yıkadı bıraktı, iyilik yaptığına bin pişman olmuştu.

Akşam olmuştu dönecektik evimize, ama kadın siz gidin çocuk burada kalsın dedi.

Babama döndüm yok dedim ağzımı oynatarak, babamda zaten beni burada bırakacak kadar salak değildi. Burada kalmak için ölü olmak lazım, ancak o zaman umursamazdı insan.

Kadında siz bilirsiniz dedi, ben dememiş olayım o zaman gibi bir kelime söyledi.

Artık hava kararmak üzereydi karşılarda ki köyün sokak lambaları yanmıştı, akşam ezanı okunmaya başladı, zaten karşı dağlardan kurt çakal ulumaları duyuluyordu.

Araba aşağıdaydı, yürüme gideceğimiz yolumuz vardı, herkes önden gidiyordu, ben başımı bir çevirdim arkaya, kadının üzerinde uzun siyah şal gibi bir şey vardı, daha 2 saniye olmamıştı ne ara takacak onu sırtına yani imkansızdı.

Birde kadının ilk geldiğimizde bize baktığı pencereden bakan biri vardı, kesinlikle bundan da eminim, ama bunu anneme dediğimde bile; kadından korktuk hayal gördün kesin demişti, kadın tek yaşıyor demişti.

Ama kesinlikle biri vardı ve ben haksız değildim. Sonra biraz daha yürüyünce köşeyi döndük ev kayboldu. Vadiden inerken hava daha çok kararmıştı.

Bir ara arkamı dönüp tekrar baktım, inanın bana arkadaşlar -gördüğüm şey aynen şu giderken kazıkların üzerindeki kargalar demiştim ya- o kargalar ışık gibi sarı şekilde parıldıyordu, bildiğiniz yolun iki tarafında da sanki sokak ampulleri gibi parıldıyordu.

Ev tarafına baktığımda o kadar kalabalıktı ki orası, kara kara gölgeler kısalı uzunlu suretler ve orada bir küçük ışık daha vardı ve o alanı aydınlatıyordu. Sanki orada rüyamda gördüğüm gibi bir düğün vardı. Senkronize şekilde, sanki oynuyor gibiydiler.

Şok oldum bunu ne anneme ne babama nede, hoca ya söylemiştim.

Tekrardan, geldiğimiz onca yolu geri döndük. Kafamda hala o kadınla ilgili bir çok soru kalmıştı. Hele ki o dönerken gördüğüm manzara düşündükçe ürpermemehata kafayı sıyırmama sebep oluyordu.

Hoca yol boyunca kadının hal ve hareketlerinin tuhaf olmasına rağmen iyi biri olup bize yardımcı olacağını söylüyordu, bu yüzden de son gördüğüm şeyleri kimseye söylemedim, belkide kurtuluşum o olacaksa, bu gördüklerime katlanmayı kafamda kabul etmiştim.

Şehre geldiğimizde önce hocayı eve bıraktık sonra biz köye geri geldik. Olanları konuştuk, annem ve babamda pek memnun değillerdi, bundan sonra o kadınında hocanın da bize ne faydası olur diye istişare yapmıştık.

Üç Gölge Köyü ve Daha NiceleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin