2.Bölüm

2.6K 114 50
                                        

Bu seferki fotoğrafımda, dudağımın kenarında yer edinen gamzem ile beraber güzel bir gülümseme vardı. Bu gülümsememin sebebi, yeni bir evin yeni başlangıçlara balo davetiyesi çıkaracağını düşünmemden kaynaklanıyordu.

Paltomun kuşağını sıktım ve arabaya doğru ilerledim. Bugün Çağrı yoktu. Aslında Çağrı genel olarak benim yanımda değil, Ogün'ün yanında oluyordu.

Ogün telefonuma adresi mesaj olarak attığında: ''Aradığımda o telefon açık olacak.'' gibi ikaz dolu mesaj atmayı da ihmal etmemişti. Gülümsedim, hayata gülümsemekten başka bırakabileceğim bir çiçek yoktu. İçimde yetişen küçük çiçeklerin ölü olduğunu fark ediyordum. Aslına bakarsanız, baştan aşağıya ölü kokuyordum.

''En güzel ölü kokusu.'' derdi Ogün.''Eğer ölüm koktuğunu düşünüyorsan, böyle kokmanı baki kılacak şeyler yaşatabilirim sana. Sırf hep böyle güzel kok diye...''

Her ne kadar bu cümleyi duyduğum ilk gün, gözlerimin parlıyor ve ona aşkla bakan gözlerime, nükteli sözleri eşlik ediyor olsaydı da bu cümlesinin sadece bir latife olduğunu düşünmüştüm. Gerçeğe dökeceği bir eylem olduğunu bana kimse söylememişti.

Direksiyonu sola kırdığımda, karşımda duran kırmızı arabanın bana göz kırptığını hissettim. Birbirlerine aşkla sarılan iki çift, yeşil ışığın yanıyor olmasına rağmen kornaları umursamadan dudaklarını dudaklarına değdirip, aşk dolu saliselerini sonsuza kadar mühürlüyorlardı. Sanırım bu kadar insan arasından kornaya basmayan tek kişi bendim.

Aşk güzel şeydi ve eğer aşkı gerçek anlamda yaşayıp sergileyebilen insanlar varsa, bu pandomim hiçbir zaman bozulmayabilirdi. Tabii, benim nezdimde böyleydi.

Geldiğim yer oldukça sessiz bir yerdi. Dışarıda kuş cıvıltıları dahi yoktu. Koskoca şehrin ölü kentine gelmiş gibi hissediyordum. İç dünyamı bu denli yansıtan bir yer, beni ürkütmüştü. Gökdelenler sıra sıra dizilmiş ve birbirlerine fazlasıyla yakınlardı.

Arkamda bir ses işittim.

''Merhaba.''

Omzumun gerisinden sesin geldiği yöne baktığımda, kuzeye doğru esen rüzgâr tüm suratımı tırmalamış ve saçlarımı büyük bir esefle geriye doğru savurmuştu. Kendimi rüzgârın akışına bırakıp kaybolmak istiyordum.

Keşke bazı şeyleri mümkün kılmak, benim elimde olsaydı!

''Siz, Ahu Hanım olmalısınız?'' 

Başımla söylediklerini onayladım.

''Pekâlâ Ahu Hanım, kendimi tanıtayım. Ben ev sahibinizin yardımcısı Cem Bey. Size yeni taşınacağınız, yani seçeceğiniz eve kadar eşlik etmek ve evi tanıtmakla yükümlüyüm.'' Gülümsedi. Suratının kenarlarında oluşan kırışıklık ve yer yer lekeler, onunda hayattan fazlasıyla darbe aldığının göstergesiydi.

Ruha ağır gelen darbe ve yaralardan sonra ruhun yaralı olduğunu anlatan bir diğer izler, yüzlerdeki lekelerdi. Ruhundan sıçrayan kan damlaları, yüzlere bir leke olarak yerleşir ve ömür boyu orada kalırdı.

Buruk bir şekilde gülümsedim. Dalından kırılmış bir papatya gibi hissediyordum. Yinede duygularımı gizleyen bir maskeyi suratıma yerleştirdim ve tek kelime etmeden gökyüzünü mavisini andıran yüksek gökdelene doğru ilerledim. Binanın iç tasarımı çok güzeldi. Bütün etrafa yayılan o muhteşem koku eşliğinde asansöre binmiş ve ''21.'' katı tuşlamıştık.

''Yirmi bir?'' dediğim sırada kaşlarım şaşkınlıkla çatılmıştı.

''Evet, eviniz yirmi birinci katta Ahu Hanım. Ogün Bey size bundan bahsetmedi mi?'' Yorgun bir şekilde gülümsedi. ''Sanırım sürprizi bozdum, af edersiniz...''

21.KatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin