20.Bölüm

766 35 85
                                    

İnsan, insan derler idi...

İnsan nedir, şimdi bildim.

-Muhyiddin Abdal


Aldığım nefesi güçlükle dışarıya veriyorken, taksinin camları nefesimle buğulanmıştı. Buğulu camlar ardından, karanlık sokakları bir ışık hüzmesi gibi yarışımızı izliyordum. İçimde bitmiş bir şeylerin sessizliği vardı. Sanki bir idam mahkumu daha demin dar ağacına çıkmış ve çoktan asılmıştı. Asılırken oluşan gürültü yerini, o öldükten sonraki sessizliğe bırakmıştı.

İçimde bir matem sevinci vardı, tarif edemiyordum...

Elimde tuttuğum telefonu sıkarken, istemsizce gülümsedim. Sencer Pars... Aylar önce hayatıma giren bir isimdi. Aylar önce benim için tarifi çok farklı, bambaşka biriydi. Kötü anımda yardımıma bir imdat çığlığı gibi koşan, beni kötü canavarın elinden kurtaran şovalye gibiydi.

Annemin anlattığı masalları hatırlıyordum.

O masallardaki prenses bendim ve prensime kavuşup mutlu bir son yaşamama, sadece saatler kalmıştı.

Arabadan indiğim esnada, soğuk hava dalgası yüzümü tırmalamıştı. Gözlerim, özgürlüğüne yeni kavuşan bir mahkumun, tüm açlıkla dışarıya bakması gibi etrafa bakıyordu. Valizim, arabanın arka bagajından güçlükle çıkartılıyorken, üzerimdeki krem rengi paltoma sokuldum. Sanki on altı yaşındaydım ve ailemden gizli evden kaçıyordum.

İçim, yanlış hislere gebeydi ve kucağımda bir bebek vardı.

Az sonra bedenim, sevdiği adamın kollarında gevşeyecek... Ve beş sene önce tuvalime sürünen bu siyah leke, nihayet yok olacaktı.

Ogün Koza'dan ve onun bana taktığı o lanetli soy ad'dan kurtulacak, artık Ahu Ulukan olacaktım. Sencer Pars Ulukan'ın karısı, Ahu Ulukan.

Hayallerim bir ip misali boynumdan sarkıyorken, ölümle yaşamak arasındaki ince çizgide mekik dokuyordum. Kahverengi valizimi elime alırken, tekerlekleri taş kaldırımlarda rahatsız edici bir ses yaratıyordu. Valizin tekerlekleri taş zeminde gürültülü sesler bırakarak, koyu geceyi bir bıçak gibi ikiye bölüyordu.

''Havaalanında,'' diye sözleşmiştik. ''Saat bir buçuk gibi orada olacağım. Sende ol, Afitab-ı yekta.''

Sencer Pars'ın cümleleri, zihnimdeki sahnede gürültüyle yankılanıyordu. Bu zamana kadar cesaret edip atamadığım bu adımı, bana nihayet attıran oydu.

Gözlerim, havaalanına koşan bir çocuğa takıldı. Güzel sarı saçları beline kadar uzanmış, koşuyordu. Düşünüyordum da Sencer Pars ile etrafta koşuşturan çocuklarımız olur muydu?

Ogün'ün: ''Çocuk yüktür.'' cümlesi aklıma geldiğinde, suratımı buruşturdum. Ona hep bir anne olmak istediğimi söylememe rağmen bu isteğimi red etmişti. O adamın isminde geçen harfleri bir daha dilimle telaffuz dahi etmek istemiyordum. Onun varlığı, harflerin üzerine çöken bir lanet gibiydi. Onun yüzünden her harf suçlu, onun yüzünden idam edilmişlerdi.

Havaalanından içeriye girdiğimde, beni karşılayan kontrol bölümü olmuştu. Kontrol bölümünden hızlıca geçerken, bana gülümseyen güvenlik görevlisine ben de gülümsedim. Saçlarını tam tepeden topuz yapmış, belinde silahıyla ve siyah renkli gözleriyle beni izliyordu.

''Merhaba, kolay gelsin.''

''Teşekkürler.'' dedi kibarca ve elimde duran pasaportu alıp incelemeye başladı. Bir kaç saniye sonra pasaportumu bana geri uzattı ve ''İyi yolculuklar.'' derken arkasında duran, tavandan sarkıtılmış olan dijital tabelayı işaret etti. ''Uçağınızın kalkış saatlerini buradan inceleyebilirsiniz ve beklerken...'' siyah ojeli tırnakları, koltukların solunda duran siyah renkli makineyi işaret etti. ''Kahve içebilirsiniz.''

21.KatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin