17.Bölüm

856 42 53
                                        

Ertesi sabah, soluğu tekrardan karşı gökdelende, Pars'ın kapısının önünde almıştım. Üzerimde bulunan paltoyu çıkartıp, Pars'a uzatırken beni gülümseyerek karşılamıştı.

''Sabah güneşim nihayet geldi.'' dedi, paltomu eline alırken. ''Sanırım artık günaydın diyebilirim.''

Pars'ın cümlelerine yarım ay şeklinde gülümsedim. Elimde olmayan bir mutsuzluk hakimdi ruhuma, suratıma... Ogün ile bir gece daha kalmaya katlanamayan bedenime her gün ihanet ediyor ve sabahları her ne kadar Pars'ın yanında olsam da akşamları Ogün'ün yanına dönüyordum.

İçimin karanlığına, güneşin geleceğine dair yalan söylüyordum.

Üzerimde bulunan parlak yeşil renkli kazağın manşet kısımlarını yukarıya çektim ve kağıt kalemi elime alıp, Pars'ın bugün ki durumunu kağıda rapor ettim.

''Bugün bir deneme daha yapmalıyız.'' derken, kalemi serice kağıda vuruyordum. ''Artık denemelerimizi hızlandırıp, sonuca varmamız gerekiyor.'' Bakışlarım onu bulduğunda, korkarcasına başka yöne bakıyordu. Titrek bakışları usulca bir yere sinmiş, yutkunuyordu.

Sanki az önce bir cinayete tanıklık etmişti küçük bedeni. Gözleri ürkekçe bir noktaya dikilmiş ve o kişinin neden öldüğünü sorgular gibiydi. Somut olarak olmasa bile, Pars'ın içinde bulunan çocuk, iki sene önce bir cesetle karşılaşmıştı. Sencer Pars'ın cesediyle.

''Pars, yapabileceğine inanmazsan başaramazsın.'' elimi çeneme yaslayıp ona baktım. Buradan bakıldığında o Tanrı'nın özene bezene yarattığı bir doğa harikasını andırıyordu. Onu görünce kendimi Alaska'yı izliyormuş gibi hissediyordum. Üzerinde yer edinen güzel gri renkli kazağı, gri renkli kumaş pantolonu ve tarz duran saçları...

''Ahu, sence bu hastalığı yenebilecek miyim?''

Ve işte... Titrek ama bir o kadar güzel erkeksi ses tonu!

''Elbette yenebileceksin, beraber yeneceğiz.'' Oturduğum yerden ayağa kalktım ve onun yanına doğru ilerledim. ''Ben sana inanıyorum, yoksa sen kendine inanmıyor musun?''

Baş parmağı usulca alt dudağımı okşadı. Onun yanına geldiğimde, elleri istemsizce beni buluyordu ve Pars'ın parmağının ucundan çıkan ateş, tenimi ısıtıyordu.

Ellerimle ellerini kavrarken, onu sıkıca tuttum. ''Gözlerini kapat ve ana odaklan.'' derken derin bir nefes aldım. ''Ben buradayım. Ben buradayken sana kimse zarar veremez. Seni karanlıklardan koruyorum.'' Geriye doğru bir adım atarken, aramızdaki boşluk açılmıştı.

''Evet Pars, sıra sende. Şimdi bana doğru bir adım atmanı istiyorum.''

Pars, ellerimi sıkmaya başlamıştı. Sadece ellerimi değil, kendisi de dahil olmak üzere bütün vücudunu sıkıyordu. Bu süreç onun için oldukça zor ve belki de olağanüstü derecede imkansızdı. İmkansızları başarmak için burada olduğumu bildiğini, biliyordum.

Biz, başarmalıydık... Zira başka çaremiz yoktu.

Bu fırtınanın bizi yutmaması... Son çare olan teknemizin kırılıp, engin acı sularda boğulmamamızın tek yolu, başarmasıydı.

Saatler geçti... Saatlerdir ellerimi tutuyor ve onun bir adım atması için ona adeta yalvarıyordum. Olmuyordu. Her seferinde kendisini geri çekiyor ve ''Yapamıyorum.'' deyip vazgeçiyordu.

Tekrar denemek için ellerimi uzatmıştım ki Ogün sayesinde telefonum, yeniden titreşim moduna geçmişti. Emzik isteyen bir bebek gibi sürekli mızıklanıyor ve sürekli mesaj atıyordu. 

Telefonuma baktım. Ogün (11) Mesaj.

11 Mesajın 11'inde de saçma iltifatlar ve övgüler vardı. Her zamanki gibi... ''Fotoğraf istiyorum, dekolteli olsun.'' mesajını iliştirmeyi unutmamıştı. Bedenimi duvara yaslarken, galerimden rastgele bir fotoğraf seçtim. Fotoğrafta yarım ağız gülümsüyordum. Üzerimde bana oldukça bol gelen vişne çürüğü bir kazakla poz vermiş, vişne çürüğü renkli rujumla dudaklarımı boyamıştım.

21.KatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin