Ev karanlıktı...
Siyahın tamamiyle hakim olduğu salonda, sadece ayak seslerimiz ve Ogün'ün karanlığa bir bilye gibi düşen sesi vardı.
Karanlıkta bile parlayan mavi gözlerine baktım. İçimi saran korku bulutu birazdan yağacak olan sağanak yağmurun habercisi gibiydi. Sanki birazdan şimşek çakacak ve düşecek olan yıldırımın seçtiği kişi, benmişim gibiydi.
İçimdeki Ahu eteklerimi çekiştiriyor ve susmamız gerektiğini söylüyordu.
Ogün, benimle beraber salona geldi ve ışıkları tek hamlede açtı. Parlak ışık karanlığı aydınlatırken, göz göze geldik. Bana bakıyor ve bir tepki vermemi bekliyordu. Ona karşı tepkisiz kalma oyununu sürdürebilmeyi dilerdim. Zamanı tam da şu anda durdurabilmek... Ya da Ogün'ün yapacaklarına sessiz kalıp, az sonra yaşanacak manzaralara şahit olmamayı dilerdim.
Delici mavi bakışları üzerimde gezinmeye devam ederken, mayınlı bölgede dolaşmaktan vazgeçmiştim.
''Uykum var, uyuyacağım.''
Ogün'ün yanından geçip giderken, bu bahanenin oldukça yersiz ve etkisiz olduğunun farkındaydım. Akabinde Ogün, kolumdan sertçe kavrayıp beni geriye çektiğinde, bunu tescillemiş bulunuyorduk. Benimle kavga etmek istiyordu...
Ogün ile sevgili olduğumuz dönemler günümüzün tamamı kavga ederek geçerdi. Kimi zaman interneti kapatır ve telefonu sessize alır, onu susturabilirdim. Her bir cümlesi için özenle bilediği bıçakları karnıma yemeden önce bunu engelleyebilir ve bıçakları körleşene kadar onu bekletebilirdim.
Sol kolumu sıkan eli, gittikçe daha fazla güç uygulamaya başladığı an gerçek dünyaya dönmüştüm. Ogün buradaydı, kanlı canlı yanımdaydı.
Keşke bir çıkış butonum olsa, diye geçirdim içimden. Keşke...
''Uyku mu? Bu geceki bahanen bu mu?''
Nefesimi sıkıntıyla dışarıya bıraktım. Ona karşı gard almaktan artık çok sıkılmıştım. Bu gece göze göze, dişe dişti. Ona dişlerimi gösterecek ve onunla savaşacaktım. Hem belki böylelikle elindeki son silahları da kullanır, cephanesini tüketirdim. Ya da bir mucize gerçekleşir, Ogün beni öldürürdü.
''Söyle?'' dedim kollarımı iki yana açarak: ''Söyle, ne dememi bekliyorsun?''
Ogün, elini kolumdan çekti ve işaret parmağını bana doğru uzattı. ''Söylediğin her bir harfin hesabını, tek tek vereceksin!'' Nefesi, ölüm kokuyordu. Öfkesi beni bir siyah duman gibi sarmalıyor ve boğacak derecede sıkıyordu.
Başımı hayır anlamında salladım. Gözlerim, ifadesizdi. ''Sana hesap filan vermeyeceğim, yeter artık.'' dedim ve içki zulama doğru yol aldım.
Topuklu ayakkabılarımın çıkarttığı sesler eşliğinde, ona bağırdım. ''Kendini ne zannediyorsun, Ogün?'' Omzumun gerisinden ona baktım. Elimde tuttuğum içki şişesinin kapağını açıp, kristal bardağa viskiyi dolduruyordum. ''Küçük dağları sen yaratmadın!''
Ogün, verdiğim tepkiye çok şaşırmış olacaktı ki gözleri şaşkın bir şekilde beni süzüyordu. Üniversite dönemlerimde Alptekin hocanın, kişisel tavsiyeleri vardı. Hepimize belli altın kurallar verir ve başarılı bir psikolog olabilmek için gereken tohumları içimize ekerdi. Sulayıp büyütmek, biz insanlara kalmış bir şeydi.
''Karşınızda sinir krizine girmiş bir insan mı var? Ya da bir kriz öncesi.. Onun gözlerinin içine odaklanın ve göz bebeklerinin içinde duran o küçük çocukla temasa geçin. Onu kışkırtacak her hareketten uzak durun ve onu, kendinize doğru çekin. Aynı bir halatı çekiyormuşsunuz gibi. Size doğru geldiğinde onu güverteye bağlayabilirsiniz.'' demişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
21.Kat
RomanceSeninle ben, birbirimize çok yakınız... Aramızda sadece bir ''Gökdelen.'' mesafesi var. -Sencer Pars Ulukan.