Yarına bölüm gelemeyebilir, ne yazık ki hafta içi hafta sonu olduğu kadar rahat değilim. O yüzden biraz daha aksamalarla bölüm gelebilecek. Bu arada okuyan, vote ve yorum yapan herkese çok teşekkürler. Onları gördükçe daha bir yazasım geliyor.
Umarım bölümü beğenirsiniiz.Sabah kendi kendime uyanmayı ve başımda siyah giyimli iri yarı adamları görmemeyi seviyordum. Erken uyandığımı hissedip saate baktım. Ne? Saat çoktan sekiz olmuştu bile. Alarmı duymayışıma bakılırsa bu kadar erken kalkmış olmam bile bir mucizeydi.
Hemen yataktan kalktım ve Gürhan’ı aradım. “Günaydın, hemen bana Olcay’ın numarasını mesaj at.”
Ve telefonu kapatıp kendimi banyoya attım. Hızlı bir duş alıp saçlarımı kurutmadan dolabımın önüne geçtim. Kıyafetlerime bakarken bir yandan da Gürhan’ın mesaj attığı numarayı kaydedip aradım.
“Günaydın?” diye açtı telefonu Olcay’ın sesi.
İstemsizce gülümsedim. Şu an ne hissediyor olursa olsun birkaç saniyeye sesimi duyunca morali bozulacaktı. “Sana da günaydın.” Tahmin ettiğim gibi bir homurdanma duydum, sanırım araya bir küfür de sıkıştırılmıştı. “Biliyorum geç kaldım ama sakın bensiz başlama. On dakikaya oradayım.”
“Ben onu unuttum.” dedi telaşla.
“Neyi unuttun?!” diye gürledim. Nasıl daha birkaç saat önce konuştuğumuz bir şeyi unuturdu? Hem de bu kadar önemli bir şeyi?
“Sus bağırma hemen.” diye beni azarladı kendince ve devam etti. “Dalgınım bu günlerde, kısa zamanda geçer merak etme. Ve yarım saate gideriz Bartu’yla kahvaltı yapıyoruz. Sen de gelsene?”
Bakışlarımı dolabımdan tavana çevirip birkaç saniye düşündüm. Sanırım yarım saatlik gecikmeden bir şey olmazdı. Zaten çoktan bir saat gecikmiştik. Ve yemek yesem, bunu yaparken de bu çocuğun nasıl patronuyla bu kadar samimi olduğunu sorgulasam iyi olabilirdi.
“Adresi mesaj at.” dedim ve telefonu yüzüne kapatıp dolaptan siyah taytımı kaptım. Bacaklarımın iki yanında tek sıra halinde aşağıya inen şişe kapağı büyüklüğünde delikleri olan bu taytı çok seviyordum. Çünkü kenarına küçük bir bıçak sıkıştırmak hem kolay hem pratikti. Üstüne hafif uzun ve bol beyaz bluzlarımdan birini geçirdim ve deri ceketimi giyip silahımı yerleştirdim. Gözlerime hafifçe kalem sürdüm ve kalemi minik bıçaklarımdan bir diğeriyle beraber cebime koyup hala ıslak saçlarımı başımın tepesinde bağladım.
Evden çıktım ve motoruma binmeden adrese baktım. Bildiğim bir yerdi. Kaskımı takıp motoru çalıştırdım ve rüzgarla bütünleşerek birkaç dakikada oraya vardım. Motoru park edip indim ve içeri girdim. Gözlerimle masaları taradım ve iki adamın karşılıklı oturduğu dört kişilik masayı bulduğumdan ayaklarımı harekete geçirdim.
Sandalyeyi çekip Olcay’ın yanında otururken “Günaydın.” dedim.
Gülümseyen yüzüyle “Günaydın.” diyen bir Olcay ve başını kaldırıp bakmaya bile gerek görmeden günaydınını mırıldanan Bartu vardı karşımda. Bu adamın nasıl bir egosu vardı böyle?
“Hadi hemen bir şeyler atıştır, çok oturmadan gideriz.”
Olcay’a başımla onay verip bir şeyler yemeye başladım. Bartu arada bir bana bir Olcay’a bakıyor ama sessizce yemek yemeye devam ediyordu.
“Ee?” diye mırıldandım. “Artık şirketle çalıştığınıza göre her gün orada mı olacaksınız?”
“Evet.” dedi Olcay keyifli sesiyle. “Her gün şirkete gelecek ve başına bela olacağım güzelim.”
Elimdeki bıçağı şakayla da olsa ona doğrultup “Seni bana güzelim dememen konusunda uyarmıştım.” dedim gözlerimi kısarak.
Hiç takmadan “Her gün kısmında ciddiydim, Bartu artık her gün orada olacak neredeyse ve dolayısıyla beni de her gün görmek zorunda kalacaksın, güzelim.” dedi. Güzelim kelimesine özellikle baskı yaparak.
Bıçağımı yere bırakıp onaylamaz bir halde başımı salladım. “Pek şirkette takılmam. Seni her gün görmeyeceğime sevindim doğrusu.”
İki erkeksi gülüş masayı doldururken bakışlarım Bartu’ya kaydı. Nasıl da güzeldi gülüşü ve Olcay’ınkine benziyordu.
“Ah, ama Olcay’ın elinden sana bela olma eğlencesini alamazsın.” dedi Bartu dalga geçerek.
“Ya abi bir dur, yani haklısın da, Deniz sen neden şirkette olmuyorsun? Hem güvenlik meselesinde de daha rahat ederdik.”
Bu adam nasıl hemen iş düşünüp ciddi bir havaya bürünebiliyordu bilmiyordum ama bu hoşuma gidiyordu. “Bana dışarıda Deniz deme, hatta hiç deme, ciddiyim. Adımı söylediğime pişman etme beni. Ve benim işlerim şirkette değil.” diye açıkladım. “Eh, şirketin çığlıklarla dolmasını ve cesetler çıkmasını, silah sesleriyle yankılanmasını istemiyorlar doğal olarak.”
Olcay anladığını belirtircesine başını salladı. “Yine de şirkette olsan çok iyi olurdu. Neyse, ortalık bana kaldı desene.”
Bu sözüne ben bile hafifçe güldüm ve yemeğime döndüm. Zaten kısa süre sonra da kalktık. Ödememe izin vermeyişlerine karşılık olarak arabaya binmemiştim. Gerçi sebep daha çok motorumla gidebilmekti ama güzel bahaneydi işte.
Önce Bartu’yu şirkete bıraktık. Sonra da Olcay’la güvenlik firmasına doğru yola çıktık. Beni arabasıyla takip ettiğinden çok hız yapamasam da yolculuğumuz çabuk bitmişti. Özellikle firmaya geleceğimizi haber vermemiştik. Bir baskın havasında gerçekleştirdiğimiz girişimizin ardından bizim şirkette görevlendirilenlerin hepsini teker teker kamerasız ve dinleme cihazı bulunmayan bir odada sorgulamaya başladık. Firmaya da sadece denetim olduğunu söyleyip ses çıkmamasını sağladık.
Birkaç saatin sonunda içeri sızan adamın firmayla bir alakası olmadığından emindik. Sadece iyi yapılmış bir plandı. Olcay birkaç yeri aradı ve firmanın başındaki adamın derhal değişeceği konusunda bana teminat verdi. Artık daha sıkı yapılacaktı işler. Kendi firmalarını da harekete geçirdi ve patronların özel koruma işini iki katına çıkardı.
Patronlarımın yakın korumalarını kendim ayarladığımdan hepsine güvenirdim. Hepsi yakından tanıdığım ve patronlarımı emanet edebileceğim insanlardı. Onlara olan güvenimden de Olcay’ın istediği eki bir dış halkaya yapmasına izin vermiştim.
İşimiz bittiğinde neredeyse akşam olmuştu. O Bartu’yu ararken ben de Gürhan’ı aramıştım.
“Gürhan, işimiz yeni bitti. Sorun firmada değil ama yine de gerekli önlemleri aldık. Evlerdeki ve yakınınızdaki korumaları artırdık. Serdar’a söyle rahatlasın biraz.”
Gürhan’ın rahatlamış nefesinden sonra konuşması geldi kulağıma. “Tamamdır Kurşun, sevindik. Bizim eve geçecektik. Sen de gelsene, Berke ona baktığın günden beri seni sayıklıyor yine. Eh, Anıl da yardımcısı zaten biliyorsun.”
Güldüm. Hem de samimisindendi. Berke her seferinde böyle yapıyor ve uzak kalmamıza izin vermiyordu. Gürhan’ın dediği gibi Anıl da her seferinde ona destek olunca babalarının başını ağrıtırlardı hep.
“Tamam, gelirim.” dedim ve telefonu kapattık. Olcay’a döndüm. Arabaya yürümeye başlarken bana dönmedi bile. Artık iyice rahattı yanımda. Şu birkaç saati ne kadar ciddiyetle geçirmiş olsak da beraber geçirdiğimiz her dakikada samimiyetimizin arttığını görebiliyordum.
“Biz de Gürhan’a geliyoruz.” dedi arabasına binmeden. “Ve şey, sakın Bartu’ya Gürhan’a ‘bey’ demeden hitap ettiğimi söyleme. Kafamı keser.”
Bir kahkaha atarken motoruma ilerledim. “Kaldın elime Olcay.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN
Adventure"Adios amigo." Söylemeyi en çok sevdiği cümlelerden biri olmuştu her zaman. Arkasında bıraktığı cesetlere bakarak söylerdi bu iki kelimeyi ve yüzündeki gülümsemesiyle uzaklaşırdı. Nedeninin ne olduğunu sorgulamadan yerine getirdiği emirler yüzünde...