Yine küçük bir teşekkürle başlamak istiyorum. Yorumları, mesajları oyları ve okumalarıyla beni destekleyen sizler çok teşekkür ederim. Hikayeye olan ilginize ve beğenize de tekrar teşekkürler. Sürekli böye diyorum biliyorum ama moral bozucu olaylarımı bile birden aklımdan atacak kadar mutlu ediyorsunuz beni. Diğerlerine göre daha sakin olan bölümle sizi baş başa bırakıyorum.
Umarım beğenirsiniiz! İyi okumalaar!
Bütün gece uyanık kalmıştık ama kahve teklifleri dışında dört cümle konuşmuştuk.
“Berke ve Anıl’ı, hatta o aileleri cidden önemsiyorsun, değil mi?” diye sormuştu ve ben de kahvemi izleyerek sıkıntıyla cevap vermiştim.
“Evet, öyle.”
“Bir gün bizi de o kısma kabul etmeni çok isterim.”
“Çoktan kabul edildiniz.”
Bu düşüncemi dile getirdiğimi fark ettiğimde hızla ona bakmıştım. Dünden beri hiç görmediğim gülümsemesi yüzündeydi. Nasıl da özlemiştim, farkında bile değildim. Minnet dolu bakışlarıyla bana yaklaşmış ve yine saçlarıma bir öpücük kondurmuştu. Sonrasındaysa hiç konuşmamıştık. Odaya giremediğimiz için de sabaha karşı Bartu oturduğumuz yerde omzumda uyuyakalmıştı.
Uykuyu ne kadar sevsem de uykusuzluğa da bir o kadar alışkındım. Omzumdaki başı rahat etsin diye hafifçe kıpırdanmış ve kahvesini elinden almıştım. Uykusunda onu izledim kısa bir süre. Üstümde yaptığın bu etki ne olacak böyle Bartu? Ne zaman geçecek bu?
İçimden bir ses hiç geçmeyeceğini söylerken onu susturup cama döndüm ve Olcay’a baktım. Hala aynı şekildeydi, bir santim bile kıpırdamamıştı.
“Çabuk iyileş.” diye mırıldandım. “Bu adamın yaşamak için, benim de o şerefsiz herifi yakalamak için sana ihtiyacım var.”
Mırıltım sırasında Olcay’ın yanına giren hemşireler bir şeyleri kontrol etmiş ve çıkmıştı. Sonrasındaki birkaç saatte de Olcay uyanana kadar uğrayıp durmuşlardı. Başımın belası gözlerini araladığında içimdeki sevinçle Bartu’yu uyandırmıştım.
“Kalk! Uyandı!”
Bartu anında doğrulmuş ve yarı kapalı gözlerle odayı izlediğimiz cama koşmuştu. Arkasından gülümserken ayağa kalkıp peşinden gittim ve etrafına, hemşirelere şaşkın bakışlar atan Olcay’a baktım. İstemsizce rahatlamayla gülümsedim. İyiydi.
Birden bedenime sarılan kollarla havaya kaldırılmıştım. Ayaklarım kısa sürede yerle buluşurken kollarımı ona sardım. “Kurtuldu!”
İşte bu cümle Bartu’nun içindeki şüphe ve korkunun yansımasıydı. Tehlike geçince belli etmişti bunu benim güçlü adamı oynayan… O neyimdi benim?
Bartu benden ayrılıp odaya dalarken hemşireler tarafından engellenmişti. Olcay’ı odaya alacaklarını ve orada görebileceğimizi söylediler ve bizi içeri almadılar. Dolayısıyla bize de odayla ilgili hazırlıkları yapmak kaldı. Hemen yukarı, odaya çıktık.
Olcay’ın odaya alınması, bize son durumu sorması ve yemek diye bağırmaya başlaması beş dakika sürmemişti. Ona gelen hastane yemeklerini beğenmemiş, tantuni diye tutturmuştu. Nereden çıkmıştı şimdi tantuni, nasıl gelmişti aklına?
“Şuradan çıkana kadar adam gibi dur. Sonra gideriz.”
Bartu’nun sözlerine çocuk gibi omuz silkiyordu. “Ben hemen istiyorum. Hadi gidip alın. Açım ben.”
“Eeeh! Kapa çeneni be. Uzatma. İç şu çorbanı, sonra dediysek sonra.”
Durum bildirme ve nasılsın muhabbetinden beri ağzımı açmayan benim bile bağırmama sebep olmuştu ısrarı. Yine de çapkınca bir gülümseme attı. “Sen mi içireceksin çorbayı yoksa? O zaman içerim bak.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN
Adventure"Adios amigo." Söylemeyi en çok sevdiği cümlelerden biri olmuştu her zaman. Arkasında bıraktığı cesetlere bakarak söylerdi bu iki kelimeyi ve yüzündeki gülümsemesiyle uzaklaşırdı. Nedeninin ne olduğunu sorgulamadan yerine getirdiği emirler yüzünde...