Biraz gecikti bölüm ama içime sinecek bir şey yazmam için o moda girmem gerekiyordu. Ve küçük bir kararsızlık anının ardından hemen oturup tamamladım ve iştee bölüm sizlerlee!
Umarım beğenirsiniiz! Ve tekrar tekrar okuyan, vote ve yorum yapanlara çook teşekkür ediyorum. Biliyorum çok klasik bir cümle bu ama değerini anlatmam çok zor o kadar seviniyorum kii. Ve uzatmak istemiyorum, kaçtıım.Hızla Gürhan’ın evine daldığımda herkesin orada olduğunu gördüm. Evde neşeyle adımı söyleyerek koşturması gereken Berke dışında. Lanet olsun.
Hemen Gürhan’ın yanına gittim ama konuşamayacak durumda olduğunu gördüm. Kollarını bedenime sardığında karşı çıkmadım. Ona destek vermek istercesine sarıldım ve hemen sonra onun yerini Anıl aldı. Güçlü durmaya çalışmasına rağmen beni gördüğü anda gözleri dolmuştu. Ama ağlamayacaktı. Biliyordum. O güçlü bir abiydi.
Serkan ve Çetin’e de şöyle bir göz atınca eşlerinin ya da Tuğçe’nin burada olmadığını gördüm. Böylesi daha iyiydi. Ve sanırım Berke’nin annesi de henüz dönmemişti.
Salonun köşesinde duran Mert gözüme çarpar çarpmaz ona doğru ilerledim. “Neler biliyoruz?”
Benim onlar gibi üzülmeye ya da dağılmaya zamanım yoktu. Benim hemen miniğimi bulmam gerekiyordu.
“Neredeyse hiçbir şey.” dedi. “İçeriden birinin yardım ettiğini biliyoruz o kadar. Araba takip edilememiş ve henüz telefon…”
Tam bahsettiği sırada Gürhan’ın telefonu herkesin içini hoplatan bir şekilde çalmaya başladı. Gürhan titreyen elleriyle telefonunu çıkardı. Panik halini atlatamadığını fark edip sinirle yanına gittim ve ekrana baktım. Bilinmeyen numara.
Telefonu Gürhan’dan alıp bir kulaktık taktım ve açmadan Mert’e yerini saptamaya çalışması için emir verdim. “Sakin olmaya çalış Gürhan, sadece bir dakika. Sonra sana oğlunu getireceğim.”
Gürhan derin bir nefes çekerken başıyla onay verdi ve telefonu açtım. Bir erkek sesi anında konuşmaya başladı.
“Çocuğunun kimin elinde olduğunu tahmin edersin, Gürhan Kanmaz. Şu an muhtemelen yanında olan ve kendini Özenç’lerden biri sanan herife bu durum için bir teşekkür borçlusun. Ve bu arada, henüz çocukla ne yapacağıma karar vermedim. Seni tekrar ararım. Belki. Ya da aramam. Kim bilir?”
Telefonun suratımıza kapanacağını hissetmiştim. Gürhan da bunu hissetmiş olmalı ki sonunda beynine emir verip konuşmaya başladı. “Oğlumun sesini duymak istiyorum. Hemen.”
Şu anki güçsüz haline bakılırsa bu güçlü ses için fena enerji harcamıştı. Adamın gülüşü duyuldu. “Elbette, küçük çocuk hadi konuş. Babaya merhaba de.”
Ve telefonda Berke’nin titrek sesi yankılandı. “Baba?”
“Berke, korkma oğlum. Seni bir süre misafir edeceklermiş ama sen bizi özleyemeden orada olacağız. Tamam mı bir tanem? Sakın bizi özleme, hemen geleceğiz.”
“Tamam baba, Deniji de getiy oluy mu?”
Ah, miniğim. Ki bilir ne kadar korkmuştu ki konuşması bozulmuştu yine. Merak etme miniğim, elbette geleceğim.
“Tabii miniğim.”
Gürhan benim repliğimi kullanırken ona bakmaktan alamadım kendimi. Bu dağılmış haliyle oğlunu bu kadar teselli edip korkmasına engel olabileceğini düşünmemiştim hiç.
Birden telefonda tekrar adamın sesi duyuldu. “Sizden ne istediğimize karar verince, tekrar ararım. Ya da biliyorsun, belki bir şey istemem. Belki aramam.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN
Adventure"Adios amigo." Söylemeyi en çok sevdiği cümlelerden biri olmuştu her zaman. Arkasında bıraktığı cesetlere bakarak söylerdi bu iki kelimeyi ve yüzündeki gülümsemesiyle uzaklaşırdı. Nedeninin ne olduğunu sorgulamadan yerine getirdiği emirler yüzünde...