Uyandığımda olduğum yerden tavanı izlemeye başladım. O Olcay elimde kalacaktı. Beni gelmeye nasıl ikna etmişti bilmiyordum bile. Doğrulup etrafıma baktım. Ben burada uyumamıştım. İnat etmiş, kalmayı kabul etmeme karşılık olarak salondaki kanepede yatmam konusunda onu ikna etmiştim. Ama uyandığım yer… Kesin onun odasıydı. Lanet herif, ben uyuduktan sonra beni buraya taşımış olmalıydı. Bunun hesabını soracaktım.
Üstümdeki pikeyi çekip ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Karşımda duran pencerenin perdelerinin çekili olduğunu fark ettim. İyi, en azından beni düşünüp sabahın köründe uyanmayayım diye perdeleri çekmişti.
Ayağa kalkıp kapıya yönelmiştim ki bir masa dikkatimi çekti. Sade ama güzel düzenlenmiş odanın köşesinde minik olduğu kadar görkemli bir masa vardı ve hemen üstündeki duvarda büyük bir çerçeve asılıydı.
Merakıma yenik düşüp yaklaştım ve resmi incelemeye başladım. Olcay ve Bartu vardı resimde. Yan yana durmuş kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış ve gülümsüyorlardı. Arkalarındaki deniz manzarasına bakılırsa tatilde olmalıydılar. Resimdeki halleriyle şu anki halleri arasında fazla fark yoktu. En fazla bir iki sene önce çekilmiş olmalıydı bu resim. Olcay’ın patronuyla bu kadar samimi oluşuna hala anlam veremiyordum. Her şeyi geçtim, Bartu neden buna göz yumuyordu ki?
Sonra dikkatimi masadaki minik çerçeve çekti. Eski görünümlü küçük çerçevenin içindeki resimde iki minik oğlan çocuğu vardı. Duvardaki fotoğraftaki gibi bu iki çocuk da kollarını birbirinin omzuna atmıştı. İstemsizce gülümsedim. Özellikle mi yapmışlardı ki bu benzerliği? Peki, fotoğraftaki diğer çocuk kimdi?
Omuz silkip odadan çıktım. Keşke aynaya baksaydım diye düşünerek salona geçtim. Ellerimle saçını düzeltmeye çalışırken koltukta yatan kişiyi fark etmem uzun sürmemişti. Bartu da mı burada kalmıştı? Neden koltukta yatıyordu?
“Günaydın.”
Arkamdan gelen fısıldamayla Olcay’a döndüm.
“Bartu neden burada kaldı?” dedim hiç düşünmeden.
Olcay esnerken konuştu. “Neden kendi evinde kalmasın ki?”
Olcay yanımdan geçip koltuğa ilerlerken sözcükler beynimde yankılanıyordu. İkisi aynı evde mi kalıyordu?
Olcay ayağıyla Bartu’yu dürtmeye başladığında gözlerimi kocaman açmış onu izliyordum. “Ne yapıyorsun sen?” dedim şaşkınlıkla karışık uyarıcı bir tonda. İnanamıyordum. Patronunu dürtüyordu! Hem de ayağıyla!
“Az sabret şimdi uyanır.” dedi bana normal bir seste ve ayağıyla dürtmeye devam ederken seslendi. “Bartu, kalk abi yeter. Evde misafir var, sen hala uyuyorsun.”
Ben hala şaşkınlıkla izlerken Bartu mırıldanarak koltukta diğer tarafa döndü.
“Eğer kalkmazsan, üstüne otururum.”
Bartu’yu dürtmeyi bırakıp cevap bekliyormuş gibi durdu. Bunu gerçekten yapamazdı herhalde. Dalga geçiyor olmalıydı.
“Sen bilirsin.” diye mırıldanıp Bartu’nun sırtına oturdu.
“Olcay sen ne…”
Ben sözümü bitiremeden Olcay ayağını Bartu’nun burnuna uzatmıştı. Ağzım açık onu izliyordum. Bir insan patronuna nasıl böyle davranabilirdi. Samimiyetleri ne olursa olsun…
Bartu homurdanarak gözlerini açtı ve bağırdı. “Çek şu ayağını burnumdan, iğrenç kokuyor ve koca kıçını sırtımdan kaldır. Öküz gibi olmuşsun.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN
Adventure"Adios amigo." Söylemeyi en çok sevdiği cümlelerden biri olmuştu her zaman. Arkasında bıraktığı cesetlere bakarak söylerdi bu iki kelimeyi ve yüzündeki gülümsemesiyle uzaklaşırdı. Nedeninin ne olduğunu sorgulamadan yerine getirdiği emirler yüzünde...