Bir önceki bölümde de böyle bir notla başladım biliyorum ama üstünden çok da zaman geçmedi işte. Geçmiyor. Bitti diyorlar ama insanların acısı bitmiyor öyle hemen. Acınızı paylaşıyoruz, dualarımız sizinle. Göz yumulan ne haksızlıklar ne acılar var ama elden hiçbir şey gelmiyor. En çok da bu acıtıyor canımı.
Biraz kafa dağıtmak, düşüncelerimden uzaklaşmak için yazardım çoğu zaman ve şimdi de öyle yaparak yazdım. Çok yoğunlaşamadığımdan iyi olup olmadığından emin değilim, yine de daha fazla bekletmek istemedim. Fikirlerinizi belirtirseniz beni çok mutlu edersiniz.
İyi okumalar, umarım beğenirsiniz.
On on beş dakika sonra kapıya yaklaşan ayak sesleriyle telefonları eski halinde bırakmıştım hemen. Etrafı inceler gibi rol kesmektense bakışlarımı kapıya diktim. Sinirimin yüzümden rahatlıkla okunduğundan emindim.
Gülümseyerek içeri giren adama sinirli bakışlarımı gönderdim ve duygusuz bir sesle konuştum. “Tuvalete gitmeliyim.”
“Tabii meleğim. “ dedi ve benim için odanın içindeki kapıyı açtı. Kalkıp yanından geçtim ve içeriye girince kapıyı ayağımla suratına kapattım.
Gülen sesini duymam için çok beklemem gerekmemişti. “İçeride hiçbir kesici alet yok meleğim, merak etme bütün önlemleri aldım.”
Lanet olsun.
Cevap vermeye bile gerek duymadan gözlerimle etrafı taradım. Gerçekten de elimi bağlayan ipleri kesebilmem için bir şey yoktu. Ellerimi çözmeden de pekala birilerini pataklayabilirdim ama ellerim olursa silah da kullanabilirdim. Eh, bu büyük bir avantaj sağlardı tabii.
Bir an gözüme ayna takıldı. Acaba… Hemen aklımda olan görüntüleri gerçekleştirmenin ne kadar süreceğini hesap ettim kafamda. Erdem kapıyı kırmadan bunu başarabilirsem, kazanan ben olurdum. Etrafa tekrar bir göz attım da, başka şansım da yoktu zaten.
Kapıyı kilitledim ve elime aldığım sabunluğu hızla aynaya fırlattım. Yüzümü dağılan parçalardan bir anlığına korusam da Erdem kapıyı yumruklayarak bana seslenirken hızlı hareket etmeliydim. Yere eğilip kırıkların büyük olanlarından birini elimi kanatmasına aldırmadan sıkıca kavradım ve ipleri kesmeye başladım.
“Meleğim? İyi misin? Neler oluyor o ses de neydi kapıyı aç!”
Erdem’in sinirli bağırışlarını ve kapıya ardı arkası kesilmeden inen yumruklarını duydukça daha hızlı hareket ediyordum. Hadi ama neden bu kadar kalın bir ipsin ki sen?
Kan içindeki elime bir bakış attığım sırada banyonun kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Kırmıştı işte. Bakışlarımı hemen ellerime çevirdim ipleri zayıflatmıştım ve hızlıca çeksem kopartabilirdim. Ama bunu yaparsam Erdem daha ben bir şey yapamadan beni tekrar yakalar ve ellerimi yeniden bağlardı.
Kapıdaki Erdem’in gözlerinde gördüğüm sinirle ikinci planımın daha uygun olacağına karar verdim. Yani bu ipleri koparma işini sonraya bırakmanın daha karlı olacağına.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen?!”
Erdem’in hızla yanıma gelip kolumdan çekerek beni doğrultuşuna tepki vermedim. Beni hızla banyodan çıkardı ve odanın zeminine savurdu. Dizlerim yere sürterken canım acımıştı. Yüzümü buruşturduğum sırada konuştu.
“Bir daha böyle bir şey denemeyeceksin! Lanet olsun! Eline bak! Ama ne var biliyor musun? Canın acımalı, eline pansuman yaptırmayacağım. Acı çekeceksin! Aynı benim gibi. Hatta…” derken duraksadı ve yanımdan hızla geçip çekmecelerden birini karıştırdı ve içinde açık sarı bir sıvı bulunduran bir şişeyle tekrar karşıma geldi. “Yaranın mikrop kapmasına bile izin vermem.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN
Adventure"Adios amigo." Söylemeyi en çok sevdiği cümlelerden biri olmuştu her zaman. Arkasında bıraktığı cesetlere bakarak söylerdi bu iki kelimeyi ve yüzündeki gülümsemesiyle uzaklaşırdı. Nedeninin ne olduğunu sorgulamadan yerine getirdiği emirler yüzünde...