Öncelikle belirtmeliyim ki bu bölüm başlangıcı notlarından farklı bir not olsa da devamında bölüm başlamaktadır.
Son zamanlarda gündemimiz olan bir konuda birkaç söz söylemek istiyorum. Soma haberlerini, madendeki olayları eminim hepiniz duymuşsunuzdur. Orada insanlar can savaşı verirken burada sessiz kalmak zorunda oluşum beni o kadar rahatsız ediyor ki... Ama işte, elden hiçbir şey gelmiyor.
Umuyorum ki bu ihmalin sorumluları bulunacak ve cezalandırılacak. Ama maalesef sadece umabiliyorum. Allah hepimize, en çok da oradakilere ve ailelerine sabır versin, yardım etsin. Aile bireylerini, arkadaşlarını kaybedenlerin, bir vatandaşını kaybeden bu ülkenin, bizlerin başı sağolsun. Allah onlara rahmet eylesin. Dualarımız onlarla, elimizden başka bir şey gelmiyor.
Aslında iki gündür pek bir şey yazabildiğimi söyleyemem, öncesinde yazdığım kısım var sadece ama bu notumla beraber kısa da olsa bölmü de yayınlayayım istedim. Zaten bu konu açıldığında bir anda kelimelerim anlamsızlaşıyor ve bir şey söyleyemiyorum. Beni mazur görün.
İyi okumalar.
Silahımı ona teslim ettim ve ellerimi bağlamasına izin verdim.
“Üzgünüm meleğim ama önceki gibi pataklanmak istemiyorum.” dedi gülerek ellerimle uğraşırken. Ona sahteyim diye bağıran bir sırıtış gönderdim ve silahlı adamlarıyla beraber odadan çıktım. Asansöre ilerlerken dönüp arkama bakmıştım.
Gürhan ve Serkan telefonlarına sarılmışken Çetin pişmanlıkla beni izliyordu. Hiçbir zaman onları kurtarmamı istememişlerdi. Bunu ben seçmiştim ve sonuçlarına da katlanacaktım. Asansöre girmeden onlara son bir bakış attım.
Asansörle en alt kata indiğimizde ve kapı açıldığında Erdem elini hafifçe sırtıma koyarak beni yönlendirdi. Bir yandan da mırıldanmıştı. “Bir an önce yalnız kalalım ve özlem giderelim istiyorum meleğim.”
Tiksintiyle yüzümü buruşturmuştum. Elinin sırtıma değmemesi için yürüme hızımı artırdım. Binada hiç insan yoktu. Nereye gitmişti bunlar?
Bina kapısından çıktığımdaysa bizi bekleyen iki siyah arabanın yanına bir araba park ediyordu. Tanıdık bir araba. Bartu ve Olcay arabadan atlayıp hızla yanıma gelmeye başladılar.
Erdem bana “Onlara durmalarını söyle.” diyerek silahını sıkarken çoktan bağırmıştım. “Durun!”
Birden oldukları yerde kalsalar da ikisinin de çok sinirli olduklarını görebiliyordum. “Ne hesabın varsa bizimle gör.” dedi Bartu bir adım öne çıkarken. Olcay’ın da cevabı gecikmemişti. “Gücün birine yalnızken saldırmaya mı yetiyor?”
İkisi de bal gibi biliyordu ki, Erdem karşıma iki elinde birer silahla bile gelse tek gelirse onu alt ederdim. Hatta iki ya da üç kişiyle birlikte gelse bile büyük ihtimal yara almadan kazanırdım. Şu anki durumlarındaysa belki bir kurşun yerdim ama yine de kazanırdım. Ama işin içine patronlarımın hayatlarını kattıklarından, silahımı bile doğrultamamıştım.
Erdem’in kahkahası duyuldu. “Onu tek başıma alt edemeyeceğimi hepimiz biliyoruz. Eminim deneyimlemişsinizdir. Ayrıca bizimle gelmek kendi kararıydı. Çekilin yoldan.”
“O zaman neden onu bağladın it!” diye bağırdı Olcay. Erdem yanımda silahıyla dikilmeseydi it yerine kullanacağı ve kullanmak istediği çok daha uygun kelimeler olduğunu biliyordum ya, neyse.
Olcay hala adamları tartarken Bartu’nun gözleri benimle buluştu. Hayal kırıklığı endişeli, korkmuş ve sinirli bakışlarında yer edinmişti. Buna dayanamıyordum. “Sen de konuşsana meleğim.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURŞUN
Adventure"Adios amigo." Söylemeyi en çok sevdiği cümlelerden biri olmuştu her zaman. Arkasında bıraktığı cesetlere bakarak söylerdi bu iki kelimeyi ve yüzündeki gülümsemesiyle uzaklaşırdı. Nedeninin ne olduğunu sorgulamadan yerine getirdiği emirler yüzünde...