11

349 26 14
                                    

           

"Gelecekse beklenen , beklemek güzeldir. Özleyecekse özlenen , özlemek güzeldir. Ve sevecekse sevilen; O hayat her şeye bedeldir." –Özdemir Asaf

*Tuğkan – Sen Benim*

En büyük korkularımdan biri ölümdü. Kendi ölümümden , sevdiğim birini kaybetmekten deli gibi korkuyordum. Büyük sevinçlerle , belki de acılarla geçen bir ömür...Ağlayarak doğduğun bu çirkin dünyadaki son günün. Buradan kurtuluyorsun ama nereye? Herkesin hakkında binlerce hikaye anlattığı cennete mi? Her zaman cennetin hayalini kursan bile içten içe biliyorsun , cennete gidecek kadar iyi bir insan değilsin. Belki isteyerek , belki de istemeyerek birinin kalbini kırdın , yalanlar söyledin , günah işledin...O son nefes boğazından çıkıyor ama nasıl? Hayatın film şeridi gibi önünden geçerken o fotoğraflardaki insanların kaçı sen ölürken yanında? Bir? İki?

Henüz ölmüyordum. Ölüyor gibi hissediyordum. Nefesim daralmıştı , etraftaki insanlar flulaşmış , sesler boğuk boğuktu.  Bağırmak istiyordum. Boğazım acıyana kadar sadece bağırmak istiyordum. "Bana neden bunu yapıyorsun?" diye sormak istiyordum, "Neden , neden , neden! Neden ölecekmiş gibi hissetmeme neden oluyorsun? Ben ölmekten çok korkuyorum."

"Mısra'nın resmini cüzdanında mı taşıyorsun?"

"Evet?" dedi Barlas gözlerini Dilek Hoca gibi büyüterek, "Çok mu tuhaf?"

"Evet." Dedi kaşlarını çatarak, "Neden?"

Barlas yüzüne boş boş baktı Her şeye pat diye cevap verse de , bu soru karşısında uzun uzun düşündü. Sorgulamadım. Derin bir nefes alarak , "Kaybolmaması için." Dedi. Dilek Hoca , Barlas'a imalı bir bakış atarak bana döndü. Omzumu dürtmesiyle kendime geldim. Kafamı kaldırıp boş boş suratına bakarken o gülümsüyordu, "Mısra..." dedi neşeyle, "Ne kadar güzel bir fotoğraf olmuş bu!"

Kafamı sallamakla yetindim. Dışarıdan nasıl görünüyordum acaba? Kötü olduğum hiç mi anlaşılmıyordu veya acı çektiğim? Dilek hoca fotoğrafı elden ele dolandırırken Barlas'ın omzuma dokunmasıyla titredim, "Mısra..." dedi yanıma doğru kayarak, "İyi misin sen? Rengin bembeyaz oldu."

Kafamın içindeki sesler tekrar yükseldi, "Neden!" diye bağırdılar hep bir ağızdan, "Neden bu kadar insan varken bir tek sen anlıyorsun!"

Gülümsemeye çalıştım, "İyiyim," dedim, "Çok sıcak , daraldım biraz."

"Gidelim o zaman..." dedi. Ayağa kalktı.  Dilek Hoca'nın yanına ilerleyerek fotoğrafı aldı ve cüzdanına geri koydu. Gitmek için bir şeyler uydurup izin istedi. Dilek Hoca birkaç dakika suratıma baktıktan sonra kafasını sallayarak onayladı. Barlas yanıma dönüp elini uzattığında bir ona bir de eline baktım, "İzin aldım , hadi."

Kalbim, "Evet!" diye kanat çırparken , beynim kafamın içinde tepinerek, "Hayır!" diye bağırıyordu. Kalbimi dinledim. Okuduğum bir kitapta , akıl hastanesine tıkılmış olan o neşeli çocuğun dediği gibi, "Kalbimi dinledim çünkü neden dinlemeyeyim?"

Elinden destek alarak ayağa kalktım. Okulun etrafında dolanıp büyük bahçe kapısına ulaştığımızda bu sefer kapı açık değildi. Önden ilerleyip sürgülü kapıyı açarken kendi kendine söyleniyordu, "Hocalar ve saçma imaları."

Gözlerimi devirdim, "Evet." Dedim, "Saçma imalar."

Okul binasına girdiğimizde kantinde bir şeyler yemeyi teklif etti. Bozulduğumu belli etmemeye çalışarak reddettim ve sınıfa çıkacağımı söyledim. Merdivenlerden yukarı çıkarken kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki ayaklarım beni sınıfa kadar taşımayacakmış gibiydi Beynim bulanık bir halde sınıfa ulaştığımda sınıfta bir tek Mete vardı. İçeri girdiğimde kafasını kaldırıp bana baktı. Sonra tekrar kafasını sıraya yasladı. Gidip yanına oturdum,

GİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin