"Her insan göğsünde ağır bir kelebek taşır. Göğsünün içinde kırık çekmeceler, kırık bölmeli çekmeceler. Çekmecelerin içinde anılar. Anıların içinde insanlar. İnsanların içinde ihtiraslar. İhtirasların içinde umut. Umudun içinde keder. Kederin içinde bakışlar. Bakışların içinde bir hayat...
-Ece Ayhan
*Emir Can İğrek-Aylak*
Hayatımda hiç dayak yememiştim. Kendi düşmelerim veya arkadaşlarımla abartılı şakalaşmalar dışında hiçbir fiziksel hasar almamıştım. Şuan anlıyordum ki o dayak yeme hissinin ne olduğunu anlayabilmek için, yaşamak gerekmiyormuş. Bir bakış, bir söz, bazen bir gülüş...Sizi dayak yemişten daha beter hale getirebiliyormuş.
Kafamı kaldırıp karşımdaki merdivenlere baktım. Nasıl çıkacaktım onları? Her yerim ağrıyordu. Bırak merdiven çıkmayı, adım atmak bile zordu. Buraya gelmeyi nasıl başardığım hakkındaysa, hiçbir fikrim yoktu.
Saat kaçtı bilmiyordum. Gecenin bir yarısı oradan oraya savrulurken beni kimler gördü bilmiyordum. Bildiğim tek şey yürüyen bir enkaz olduğumdu.
Bir adım atarak ilk merdiveni çıktım. Daha sonra durdum yine. Sanki dünyanın en yorucu işini yapıyormuş gibi derin bir nefes aldım. Aldığım nefes genzimi yaktı. Bu acı gözlerimi doldurdu. Yutkundum. Ben bugünden sonra nasıl yaşamaya devam edecektim?
Zar zor merdivenleri çıkıp kapıya ulaştığımda, ellerimle muhtemelen ağlamak kızarmış gözlerimi ovuşturdum. Belki bir umut anahtar almışımdır düşüncesiyle ceplerimi yokladım.
Almamıştım.
Annem uyuduğundan zile basmadım. Kapıyı hafifçe tıklattıktan saniyeler sonra kapı açıldı, "Neredesin sen?" dedi abim telaşla, "Çıkalı kaç saat oldu, arıyorum niye açmıyorsun telefonu?"
"Yürüyüş yapacağımı söylemiştim." Dedim, "Biraz uzattım yolu sadece."
"Kızım sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun?" Kolumdan tutup içeri çekti, "Hem bu suratının hali ne? Bir şey olmuş, ne oldu?"
"Yok bir şey abi." Dedim. Eğilip ayakkabılarımı çıkararak, dolaba koydum, "Yorgunum."
"Mısra!" diye bağırdığında yerimde sıçradım, "Ne yapmamı istiyorsun? Ayaklarına kapanıp seni ne kadar merak ettiğimi mi söyleyeyim? Ortalığı ayağa mı kaldırayım yoksa? Son birkaç aydır ne kadar değiştiğinin farkında mısın? Hayatında neler olup bitiyor anlatmıyorsun. Mutlu musun, mutsuz musun söylemiyorsun. Ne olsun istiyorsun?"
"Bağırma, annem uyuyor." Dedim ona nazaran sakin bir sesle, "Hiçbir şey olsun istemiyorum, tamam mı? Artık kimseye bir şeyler anlatmak istemiyorum. Yorgunum. Diyebileceğim tek şey bu. Lütfen rahat bırak beni."
"Ne bok yersen ye."
Odasına geçip kapıyı çarptığında olduğum yerde kalakaldım. Bugün abimi bile üzmeyi başarabilmiştim. Bu dünya üzerinde, kalbini kırmadığım kaç kişi vardı acaba?
Bir, üç, hiç?
Ben de odama geçip kapıyı kapattım. Üzerimdeki hırkayı rastgele bir yerlere attıktan sonra, aynanın karşısındaki sandalyeye oturdum. Kafamı yerden kaldıramadım. Aynadaki yansımamı görmek istemiyordum. Ne halde olduğunu tahmin edebiliyordum evet ama görmek daha kötüydü.
Görmek kabullenmekti. Görmek acıydı. Görmek vicdan azabıydı.
Sandalyeden bir anlık hışımla kalktıktan sonra yatağımın kenarına çöktüm. Uzanıp komedinin çekmecesini açtığımda, o kitap çıktı karşıma. Elime alıp birkaç saniye izledikten sonra kucağıma bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZ
Teen Fiction"Ya gerçekten ruhuna işleyecekti yazdığım satırlar , ya da umursamayıp bir köşeye fırlatacaktı mektubumu. Ben bir kere bile dokunamamıştım belki ona ama , umarım yazdıklarım dokunurdu. "