"Beni neyin beklediğini önceden bilseydim de, yapmış olduklarımın hepsini yine yapardım, sevgilim, bir defa daha, binlerce defa yapardım."
-Stefan Zweig/ Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
*Evrencan Gündüz – Zordu Aslında*
"Bu kadar yeter." Dedi Dünya, kolumdan tuttu, "Yürü gidiyoruz." Barlas'ın abasına döndü, "Size de bravo! Sanki birkaç saat önce doğum yapan başkasıymış gibi, ne çabuk toparlandınız. Anlamadan, dinlemeden beş dakikadır oturduğunuz yerden tehditler savuruyorsunuz. Gerçekten, azminizi takdir ettim."
Kapıyı kapatmadan, "Terbiyesiz." Diye bir ses duydum. Dünya kapıyı büyük bir hızla çarptığında koridorda oturan birkaç insan bize döndü.
Ne yapacağımı bilmez bir şekilde ona baktım. Ağlamama ramak kalmıştı, "Ben..." dedim, durdum. Düşündüm. Ablasının ona söylediğini ve ardından olacak her şeyi. Saniyeler içinde olası bütün senaryolar beynimde canlanmıştı. İçimdeki korku o kadar büyüktü ki. Onu kaybetmek istemiyordum. Ona bu kadar yaklaşmışken, bir daha uzaktan bile yüzüne bakamayacak hale gelmek istemiyordum.
"Ben söyleyemem." Dedim, olduğum yerde dönüp duruyordum, "Ben hiçbir şekilde ona söyleyemem. Daha yanında normal bir şekilde durmayı bile beceremiyorum. Karşısına geçip nasıl söylerim Dünya?" Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim, "Ama ben söylemezsem de ablası söyleyecek. O zaman bir daha asla yüzüme bakmaz. Benim yanıma gelmez, benimle konuşmaz, beni asla affetmez!"
"Mısra." Dedi, Kollarımdan tuttu, "Sen söylemek istemediğin sürece, kimse gidip söyleyemez tamam mı? Sen buna hazır hissedene kadar, kimse ona anlatamaz."
"Söyler! Ablasını duymadın mı? Neler söyledi içeride...Ya şimdi geldiklerinde söylerse ya biz buradayken öğrenirse? Gitmemiz lazım, hemen gitmemiz lazım!"
"Bana bak, yeter!" Beni omuzlarımdan ittiğinde geriye doğru sendeledim, "Kendine gel. Neden kuyruğuna basılmış kedi gibi oradan oraya koşuşturuyorsun? Beynin işlevini yitirdi iki dakikada...Sen böyle biri misin? En küçük sıkıntında kendini kaybeden biri misin?"
"Öyleymişim demek ki. Ben gidiyorum."
"Hayır." Dedi, "Barlas ve Mete'nin dönmesini bekliyoruz. Daha sonra onlara gittiğimizi haber verip, öyle gideceğiz. Kaçmayacağız."
"Tamam." Dedim, "Sen bekleyebilirsin, ben gidiyorum."
Cevap vermesini beklemeden yürümeye başlamıştım ki, karşıdan gelen Barlas ve Mete'yi görmemle olduğum yerde durdum. Dünya alay edercesine gülümsedi, "Hadi git." Birkaç adım atarak yanıma geldi, "Gözlerini sil."
Mete her zamanki gibi söyleniyordu, "Şu topuktan kan alma işini çocuk hemen doğduğu gibi yapmasalar olmuyor mu acaba? Yazık, geldiğine geleceğine pişman oluyor insan."
Barlas gözlerini devirdi. Kafasını çevirdiğinde göz göze geldik. Yüzüme baktı, kaşları çatıldı. Kafamı öne eğdim. Şuan kimseyle konuşacak veya veda edecek halde değildim. Eğer o tek bir soru sorarsa, dayanamaz ağlardım. O yüzden, hiçbiriyle konuşmadan gitmem gerekiyordu. Ellerimi cebime soktum. Kafamı kaldırmadan tabana kuvvet yürümeye başladım. Sağ mı sol mu, dedim içimden. Solda Barlas var, o zaman sağ.
Sağa doğru adım attığımda Mete yolumu kesti. Kafamı kaldırmadan solundan geçmeye çalıştım, bu seferde Barlas engeliyle burun buruna geldim. Dişlerimi sıktım, "Çekilir misiniz?"
Mete eğildi, birkaç saniye yüzüme baktı, "Burnun kızarmış, ağlamışsın." Dedi gözlerini kısarak.
"Ağlamış mı?" dedi Barlas.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZ
Teen Fiction"Ya gerçekten ruhuna işleyecekti yazdığım satırlar , ya da umursamayıp bir köşeye fırlatacaktı mektubumu. Ben bir kere bile dokunamamıştım belki ona ama , umarım yazdıklarım dokunurdu. "