26

202 17 4
                                    

"Beklemek, sana doğru durmadan yürümektir."

-Alper Gencer/ Şarkısızın Şarkısı

*Pinhani – Nehirler Durmaz*





Doğmak, büyümek ve ölmek. Aslında yaşamak. Doya doya yaşamak. Öylesine geçip gitmemek bu dünyadan. Bir şeyler başarmış olmak, insanların hayatına dokunmak, bir iz bırakmak. Bir fotoğraf karesi belki bir kitap...Öylece bir duvarı en sevdiğin renge boyamak veya bir mektup.

Daha otuz beşimde –hayatımın yarısında- bile değilken, sürekli bunlar için çabalıyordum. Her anın benim için anlamlı olmasını istiyordum. Bomboş geçirdiğim tek bir vaktim olmasın, hep koşayım istiyordum.

Bazen çok başarılıydım bunu yapmakta bazen de elime yüzüme bulaştırıyordum her şeyi. Tökezliyordum çoğu zaman, düşüyordum. Kanatıyordum bir yerlerimi ama vazgeçmiyordum.

Çünkü yaşamayı seviyordum. Üzerinde yaşadığım bu gökyüzünü, ailemi, ailem dediğim o birkaç kişiyi...

Aynada son kez kendime baktıktan sonra, siyah çantamı alarak odadan çıktım. Bugün cumartesiydi. Abim ve Dünya ile beraber Hülya'yı görmeye gidecektik. Hastanede tedavisi başlamıştı. Ne kadar zorlu bir süreç olsa da hastalığının ilk evrede fark edilmesi büyük şanstı. Şu anlık herhangi bir nakil gerekmiyordu. Önce ilaç tedavisi denenecek işe yaramazsa böyle bir yönteme başvurulacağını söylemişlerdi.

"Ben de gelmek istiyorum. Merak ediyorum nasıl biri bu kız."

"Anne, gelip ne yapacaksın Allah aşkına? Biz gidelim bugün, sonra seni de götüreceğim söz."

Annem söylene söylene mutfağa gittiğinde abime baktım, "Ne oldu?"

"Tutturdu ben de geleceğim diye. Anlamadım ki ne bu inat?"

Annem büyük bir hızla mutfaktan çıktı, "Oğlum, sen beni salak mı sanıyorsun? Foça'dan geldiğinizden beri hastaneden çıkmıyorsun. Hasta olan o kızcağız mı sen misin anlayamadım ben? Ayrıca sürekli Hülya aşağı Hülya yukarı...Kafayı yedin iyice sen."

"Sen yemişsin kafayı!" dediğinde annem elindeki havluyla bir tane vurdu, "Kızın kimsesi yok, yardımcı olmaya çalışıyorum."

"Eminim öyledir."

"Mısra'da her gün Mete'yle, ona bir şey demiyorsun ama?"

"Mete onun arkadaşı."

"Diğer çocukla o zaman, neydi adı?"

Gözlerimi devirdim, "Barlas."

"Heh, Barlas...Ona ne demeli?"

"Okuldan arkadaşı, ne yapsın okula mı gitmesin kız her gün görüşüyor gibi olmasın diye? Mantıklı konuş az."

"Yeter!" diyerek araya girdim, "İkiniz tartışmaya başladığınızda ortam ortaokuldan farksız bir hal alıyor." Annem bu sefer elindeki havluyu bana geçirdiğinde, "Anneciğim..." dedim dişlerimin arasından, "Haftaya seninle beraber gideriz olur mu? Çıkalım artık yoksa ziyaret saatini kaçıracağız."

Annem kafasını sallayarak onayladı beni. Uzanıp yanağına bir öpücük kondurdum. Daha sonra kapının oradaki askılıktan ceketimi aldım, abiminkini de ona uzattım. Beraber evden çıktık. Yine her zamanki gibi Dünya ile kapı önünde karşılaştık.

"Sürekli böyle olması imkansız." Dedi abim, "Kapıyı mı dinliyorsun sen?"

"Evet." Dedi Dünya alayla, "Kapı deliğinden bakıyorum sürekli hatta, ne zaman çıkacaklar diye."

GİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin