"Ah...
budur benim payıma düşen
budur benim payıma düşen
benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette
benim payıma düşen, anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir"
-Furuğ Ferruhzad
*Emir Can İğrek - Sapa*
Onun bana sırtını döndüğü an bir adım atmak istedim engel olmak için. Pişmanlığım ile beslenen vicdanım can buldu ayağımın altındaki topraktan. Ellerimi ayaklarıma sardığından, kıpırdayamadım. Bağırmak istedim, çıkmadı sesim. Hiçbir zaman çıkmazdı zaten. Hep boğazımda bir yumru olarak kalır, nefesimi keserdi. Ben nefes almak derdine düşünce, söyleyeceklerim aklımdan uçuverir, giderdi.
O gözden kaybolana kadar, olduğum yerde put gibi dikildim. Ana caddeye çıktı. Birkaç dakika etrafına bakındı. Daha sonra biraz ilerledi. Cebinden telefonunu çıkardı, birileriyle konuştu. Bekledi, bekledi, bekledi...Bir kere bile dönüp arkasına bakmadı. Belki beş dakika belki de daha az bir süre sonra gelen taksiye binerek gitti.
Derin bir nefes çektiğimde içime, gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan süzüldü. Yutkundum. Gözlerimi kapatarak birkaç dakika öylece durdum. Hafiften esen rüzgar titrememe sebep olmuştu. Hareket edebileceğimi düşündüğüm ilk an bir adım atmamla gözüm yerdeki deftere takıldı, "Ben artık yazılardan çok sıkıldım. Ben artık bir şeyler okuyup sonra onları kendi kafamın içinde döndürüp durmak istemiyorum. Ben artık düşünmek istemiyorum. Senin...Bunca şeyden sonra bana layık gördüğün şey bu mu?"
"Sana layık gördüğüm şey..." dedim kısık bir sesle, "Aslında sana layık gördüğüm şey...Senin dediğin gibi ruhsuz defterler, cansız sayfalar değildi ki. İçimdi, içimdeki her şeydi." Eğilip defteri yerden aldım, "Çıkmayan sesimdi, çocuk gibi arkasına saklandığım korkularımdı...Sen anlardın aslında bunları, neden anlamadın?"
Ağlamamı kesip birden gülmeye başladığımda bu gecenin sonunun nereye varacağını bilmiyorum, "Aptal..." dedim kendi kendime, "Aptal, aptal, aptal!" Ayaklarımı yere vurdum, "Hala kendi kendine konuşuyorsun. Hala boş duvarlara anlatıyorsun derdini. Hala korkuyorsun çocuk gibi..."
Beynimin kontrolünü yavaş yavaş yitiriyordum sanki. Otelden çıkıp arka bahçeye gelmemiz iki dakika bile sürmemişti ama o gittikten sonra, aynı yolu yürümek saatlerimi aldı sanki. Otele geri girdiğimde kapıdaki güvenliğin garip bakışlarına aldırmamaya çalıştım. İyi görünmediğimin farkındaydım. Muhtemelen yüzümdeki makyaj akmıştı, burnum kızarmıştı ve adım başı sendeliyordum.
Aşağıdaki salondan müzik sesleri gelirken merdivenleri zar zor indim. Tekrardan büyük balo salonuna girdiğimde, eşyalarımızı koyduğumuz masanın etrafında kimseyi göremedim. Daha sonra müziğin kesilmesiyle sahnedeki tanıdık ses kulaklarıma dolduğunda bakışlarımı o tarafa çevirdim.
Mete sahnedeydi. Elindeki gitar kendi gitarıydı. O kadar çok kendime odaklanmıştım ki sabahtan beri, gitarını getirdiğini bile fark etmemiştim. Yanında okuldan birkaç kişi daha vardı. Çok sevdiğim şarkılardan birini söylüyordu. Dünya en öne geçmiş, şarkıya ritim tutuyor, bir yandan da eşlik ediyordu. Etraflarında onlarca insan vardı ama onlar birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı sadece. O an güzelliklerine ağlamak istedim. Hiç kendimi belli etmedim. Zaten görmezlerdi. Görmesinlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZ
Teen Fiction"Ya gerçekten ruhuna işleyecekti yazdığım satırlar , ya da umursamayıp bir köşeye fırlatacaktı mektubumu. Ben bir kere bile dokunamamıştım belki ona ama , umarım yazdıklarım dokunurdu. "