~EMANET~

623 74 5
                                    

Bugün 2 Ekim... Özgürlüğümün ilk günü. 21 Eylül gecesi Oğuz, her şeyi itiraf etti ve az önce mahkememiz görüldü. Ben tutuksuz yargılandım, o ise hücre 208'in yolunu tuttu... Kutay dede'ye gelecek olursak, neden polisten kaçtığını ve Oğuz'u neden bağlayıp kaçırdığını defalarca sormuştum. Fuat'ı kaybetmişti, ve ben ise hapisteydim. Üçüncü oğlu Oğuz ise, tamamen Kutay dede'nin talimatıyla girmişti o gece Nehir'in evine. Ve Nehir gibi aşağılık biri yüzünden oğlunun hapis yatmasına göz yumamazdı. Hem de müebbet... Şimdi soracaksınız, ona kıyamadı ama sen hapisteydin suçsuz yere diye. Ben içerideyken Fuat yardımıyla defalarca çıkarmaya çalıştı içeriden. Bir defasında başardı da... Ancak daha sonra yalancı şahitliği anlaşılıp tekrar girmiştim o deliğe...

Fuat... Fuat için söylenecek o kadar çok şey var ki. Kendi kendimi yiyip bitiriyorum iki haftadır. Ben nasıl şüphelendim kardeşimden? Bana bir gün dahi gelip Nehir'i sevdiğini söylemedi. Nehir'in oyunu ise ikimizi birbirimizden ayırdı. Ben nasıl birini sevmişim be? Bana zarar vermekten başka bir şey yapmadı. Aşk gözümü kör etmişti gerçekten...

Dava görülüp kapanmıştı. Benle babam adliyenin çıkış kapısının önünde gazetecileri görünce arka çıkış kapısına yöneldik. Kapının önüne geldiğimde şöyle bir gökyüzüne baktım... Gözlerimi kamaştıran bir mavilik ve yazdan kalma bir sonbahar günü... Güneş, tüm güzelliğiyle tebessüm ediyordu yeryüzüne, çiçeklere, denize... Hücrede kaldığım aylar en çok özlediğim şeydi bu. Gözlerimi kapatıp bu serin havayı içime doya doya çektim. Soluduğum oksijenin, akciğerime iletildiğini hissedene dek... Özgürdüm artık. Kapıdan ellerinde kelepçeleriyle Oğuz ve arkasından Kutay dede göründü. Kutay dede 2,3 yıl yatıp çıkar dediler. Ancak Oğuz'a müebbet vermişlerdi...

Tarif edilmez duygular içindeydim adliye kapısının önünde. Masum ve temiz bir sevgilim olarak öldürseydi Nehir'i belki duygularımın ismini daha net koyabilirdim ama şu an... Öfke mi? Hayır, değil. Hüzün mü? Evet, bu biraz var ama nedenini de bilmiyordum. Oğuz'a kıırgındım biraz, ama kızamıyordum. Ancak bir insanın öldürmenin hiçbir haklı sebebi olmayacağını çok net biliyordum. Kutay dede beni korumak istedi. O da baba yüreği tabi, üç oğluna da zarar gelsin istemiyordu haliyle... Oğuz, bir süre duraksayıp bana baktı ve kolundan tutan ASİZ askerlerden rica ederek benle kısa bir konuşma yapmak istediğini bildirdi. İlk başta askerler sürükleseler de Oğuz direnerek aciliyetini belirtti. Ben de yavaşça yanına yaklaştım. Başı öne eğikti, bir süre elindeki kelepçelere baktı. Daha sonra yaşlı gözlerini, gözlerime dikip;

"Pamir, kardeşim affet beni. Aylardır uyku uyuyamadım. Sen içeride haksız yatarken ben dışarıdaydım." dedi ve kelepçeli elleriyle yanağına süzülen göz yaşını silip devam etti,

"Hatırlıyor musun, sen çıktığın ilk gün senle mahallede karşılaşmıştık. O gün çok mutluydum, en azından benim yerime yatmadığını bildim. Allah var, her gün ama her gün polise kendimi ihbar etmemek için direniyorum vicdanıma. Senin ziyaretine gelip de anlatmak istedim ama Nehir'i öldürüken son cümlesi 'Ona anlatma... Beni iyi hatırlasın... idi.' Bu yüzden Kutay dede hep sakladı senden. Bir kez dahi sana Nehir ile ilgili kötü bir şey söylemedi. Defalarca Kutay dede ile kavga ettik bu yüzden. Seni bir şekilde içeriden çıkarmaya çalışıyordu ama beni de kaybetmek istemiyordu. Bugün belki cezaevine gidiyorum ama huzurluyum. En azından işlediğim cinayetin bedelini ödeyeceğim vicdan rahatlığıyla."

Sözlerini bitirene kadar öylece dinledim Oğuz'u. Tek kelime etmedim... Daha sonra ASİZ'ler kolundan tutarak cezaevi aracına bindirdiler. Ardından Kutay dede de gelip,

"Hani sorgu odasında demiştin ya kimi koruyorsan söyle bana diye; O cihazı sırf sen öğrenme diye vermedim sana. Fuat öğrenmişti Oğuz'un katil olduğunu, seni orada Oğuz için yatırmak istemiyordu ama. Benim isteğimdi bu, hatta bir defasında çıkarmıştı seni o delikten... Mutluluktan havalara uçuyordu o gün, ama kader böyle imiş işte... Eninde sonunda öğrenecektin... Kendine iyi bak oğlum," dedi. Ben de aynı şekilde karşılık vererek,

"Sen de dede..." dedim. Dinlediklerim karşısında başka bir şey deme gereği duymamıştım çünkü. Her yeni öğrendiğim bilgi, beni Fuat adına daha da üzüyordu. Kardeşim dediğim adamdan, herkesten çok şüphelenmiştim... 

Oğuz ve Kutay dede araca bindirildikten sonra kapı kapandı ve geriye ufak pencereden bana hüzünle bakan iki çift göz bıraktılar...

Babam, kolumdan tutarak;

"Hadi, oğlum. Eve gidelim, dinlen biraz."

Onaylar mahiyette kafamı sallayıp babamla birlikte Kutay Dede'nin emektar Chevrolet'ine binip gideceğimiz sırada arkadan "Pamir!" diye seslenen bir kadın sesi duydum. Bu ses bir yerden tanıdık geliyordu. Arkamı döndüğümde siyah gözlüklü ve başörtüyü hafifçe kafasına geçirmiş bir kadın gördüm. Bu, bu Nevin hanım idi. Babama,

"Baba sen bin, ben birazdan geliyorum." diyerek bizi yalnız bırakmasını ima ettim ve Adliye'nin bahçesinde, köşede beni bekleyen Nevin'e doğru gittim. Güneş gözlüklerini çıkarmadan benimle konuşmaya başladı,

"Pamir, oğlum affet beni. O şerefsiz Rıfat yüzünden sana ve kızıma yapmadığımız şey kalmadı. Size bir türlü rahat vermedik. Meğer sen işmememişsin cinayeti... Yani, biliyorum kolay değil affetmesen de anlarım ama ben gerçekten çok üzgünüm..." dediği sırada gözlüğünün altından bir damla yaşın yanağından süzülerek dudağının kenarına indiğini fark ettim.

"Nevin hanım, üzmeyin kendinizi bu kadar. Siz de hem kocanızı hem de kızınızı kaybettiniz. Sizin bir suçunuz yok."

Bu sözlerim, Nevin hanımın dudaklarında ufak bir tebessüm oluşturmaya yetmişti. Aylar önce bu adliyenin kapısından çıktığımda arkamdan ağlayarak beddualar savuran ve defalarca 'Katil' diye bana ithamlarda bulunan kadın, şimdi ise benden af diliyordu. O hücrede yaşadıklarımı kimse bilmedi, yalnızca ben yaşadım. Her gün bir tuvalet bir lavabo ve de taş gibi bir yatak olan dört duvar arasında yaşamak nedir sadece ben bilirim. Geceleri kan ter içinde uyandığım, titreyerek uyuduğum ve bazen de kendi kanımda uyandığım zamanları ben yaşadım. Zaman kavramını kaybettiğimde kimse yoktu yanımda ama yine de insanın içindeki o vicdan, şu an karşımda ağlayan kadına acıyordu. Nevin hanım, gözlüğünün altından yaşını silerek çantasından bir kağıt çıkardı;

"Alın, bu Nehir'in doğum gününden önceki gece size yazdığı mektup. O gün bir şeyler seziyordum ben onda, annesiyim ben onun. Meğer, Fuat'ı öldürmeyi planlıyormuş. Bunu duyunca o kadar mahcup oldum ki... Son zamanlar sana olan aşkı saplantı haline gelmişti kızımın. Yaptıklarını seçemiyordum artık, sanki benim kızım değilmiş gibi, yıllardır tanıdığım Nehir değilmiş gibi davranıyordu.'Eğer birşey olursa bana anne, bu mektubu bir kez dahi açmadan Pamir'e ver.' dedi. Ben buralardan gidiyorum. Kocamı ve kızımı bıraktım İstanbul'da. Artık memleketime dönüyorum. Sağlıcakla kal..." dedi ve bana sarılarak ayrıldı oradan.

Elimde bir mektupla yaşlı Chevrolet'e gidip arabaya bindim. Mektubu da katlayıp sağ arka cebime koydum. Ardından babama dönerek,

"Baba, sen eve döner misin? Ben arabayla biraz hava alayım." dedim. Babam da benim hüznümü ve yalnız kalmak isteyişimi anlayışla karşılayarak;

"Tabi oğlum," dedi ve anahtarları arabanın üzerine bırakıp aşağı indi. Ben de direksiyona geçtiğimde camdan,

"Çok geç kalma, akşam beraber yemek yiyelim." dedi ve gitti. Ben de emektar Chevrolet'i homurdatarak çalıştırıp, mektubu okuyacağım ve sakin bir deniz havası alacağım bir yere gitmeye koyuldum...

C · 208 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin