~12~

4K 275 10
                                    

-Mia

Kulağımdaki uğultu eşliğinde açılan gözlerim ne kadar net göremesede tanıdık kristallerin yaydığı ışık sayesinde Eva'nın mağrasında olduğmu anlamama yetmişti, samanların üstündeydim. Ters giden hiçbirşey yok gibi görünüyodu, şimdilik. Gözlerim bulanıklığı yitirip tam görmeye başladıktan sonra hemen baş ucumda, oturur vaziyette uyuya kalan Daniel'i gördüm. "Gel küçüğüm" bu ses Eva ya aitti, ama o nerdeydi ? Mağranın içinde yoktu. "Dışardayım, gel." yerimden doğrulup boynumu sağa sola doğru kütlettim, sanki aylardır haraket etiyormuşum gibi bir çatırdama gelmişti. Öyleki Daniel bile yattağı yerde kıpırdanıp uyanır gibi olmuştu. Ayakkabılarımı giyinip mağranın girişine doğru ilerledim. Eva yine büyük kayalığın önünde uzanmış beni bekliyordu. "Eva! Çok tuhaf şeyler oldu, ben ne olduğunu ne yaşadığımı bile anlayamadım."

"Ne gördün?"

"Elinde kılıç kalkanlarla buraya savaş için gelen bir ordu vardı, başlarında da kocaman iri yarı değişik bir adam vardı ve seninle konuşuyordu."

"Ne konuşuyordu, ne duydun?"

"Çok fazla anımsayamıyorum ama sana 'onu bulmuşsun' gibi bişeyler söylüyordu." Eva'nın bir anda gerilen vücudu benide germişti ve ürkütmüştü. Yerinden kalkıp kanadını önüme doğru eydi. "Gel, sana göstermem ve anlatmam gereken birşey var." sırtına doğru tırmanıp yerimi aldıktan hemen sonra sert bir şekilde havalandı. Tüm gerginliğini iliklerime kadar hissedebiliyordum ve kalbi olduğundan daha hızlı atıyordu. "Ters giden birşeymi var, görmemem gereken birşeymi gördüm Eva ?"

"Hayır küçüğüm ters giden birşey yok. Aksine görmen gerekenleri görmüşsun, fakat bu kadar erken beklemiyordum."

"Anlayamıyorum. Neler oluyor dostum ?" Eva bana cevap vermeden bulutların arasından yavaş yavaş alçalmaya başladı. O alçaldıkça ortaya çıkan manzara o kadar tuhaftıki... Bizim rengarenk ormanımızdan çıkıp siyah ve kan kırmızısının hakim olduğu şehir gibi biryerin üzerinden uçuyorduk. Şehirin yolları tamamen gri sislerle kaplıydı. Siyah evler, heryere asılmış düz kırmızı bayraklar, ara ara belli olan tek tip kıyafetler giyinmiş insanlar. O kadar bunaltıcı bir yerdiki, burada bir gün bile yaşayamazdım sanırım. Daha havadayken bu kadar bunaltıcı biryerin kim bilir içi nasıldı. İster istemez Eva ya dahada sokulmuştum. "Nerdeyiz, bizi nereye getirdin Eva"

"Öğrenmek istiyormusun küçüğüm?" Bunu söylerken bile yumuşak olan ses tonu beni ikna edememiş gibiydi. Bir yandan 'evet' diyesim vardı bir yandan ise 'hayır gidelim burdan' demek istiyordum. "İstiyormusun?" diye tekrar sordu. İçimde bir korku filizlenmeye başlamıştı. Öğreniceğim şeyler hoşuma gitmicek gibi geliyordu. Herşeye rağmen ağzımdan çıkan 'evet' kelimesine mani olamamıştım. Eva birazdaha hızlanarak şehrin en ucunda yavaş yavaş belirmeye başlayan siyah parlak taşlardan yapılmış gibi duran bir saraya doğru ilerliyordu. Saraya yaklaştığımız her saniye içimde ne olduğunu bilmediğim duygular kıpırdanıp duruyordu. Ne mutluydum ne üzgün, ne heycanlıydım nede sakin... Sonunda sayarın arka tarafında kalan yüksek bir dağa inmiştik ve burasınında bu şehirden farkı yoktu. "Tanıdıklık hissediyormusun küçüğüm." Bu soru üzerine bakmak istemediğim şehre yeniden gözlerimi çevirdim. "Evet ama bir yandanda hayır." diyebildim sadece. Burası bana o kadar tanıdıktı ki sanki içimde karanlık bir odada hapsettiğim anılar geri gelirmiş gibi, ama bir yandanda o kadar yabancıydıki daha önce burda bulunmadığıma yemin edebilirdim. "Anlatırmısın artık Eva." Ayaklarının üzerine uzanan ejderha beni sağ kanadıyla çevreleyip yanına yaklaştırdı. "Burası senin doğduğun yer."

"Anlamadım, pardon?"

"Buarsı küçüğüm senin babanın krallığı, Tenebris. Annen ve baban gençken birbirlerine çok aşıklardı fakat iki ayrı ülkenin, iki ayrı düşmanın çocuklarıydı. Fakat en kötüsüde baban bu ülkenin varisi, bir sonraki kral adayıydı." Tüm yaşamım boyunca hazmedilmesi en zor şeyleri duyuyordum sanki. Yutkundum ama bir işe yaramadı, konuşamamıştım bile. İçimden sadece devam etmesini diledim ve oda beni duymuştu. "Sana iki krallık anlatıldı sadece ve Tenebris bunlardan üçüncüsü. Tüm krallıkların tek ortak düşmanıdır Tenebris, bu güne kadar hiç bir krallık düşman olmalarına rağmen Tenebris'e karşı savaş açamadı. Çünkü çok güçlü bir krallık. Burda herkez kız erkek ayırt etmeksizin asker olarak doğar, büyü gücüyle doğanlar bile buna dahildir. Yaşlı ve yoksul halk ezilir, bir çocuk doğduktan sonra yanlızca 10 yaşına kadar ailesiyle kalabilir. 10 yaşından sonra ise asker ya da büyücü olarak sınıflarına ayrılıp eğitime alınırlar. Ama senin baban şanslıydı ki halktan değil, asil kandan dünyaya gelmişti hemde kralın oğlu olarak. Sanırım Tenebris gibi bir yerde tek güzel şans asil soydan gelmek." Zalim bir krallık diye geçirdim ilk olarak aklımdan ve benim babam bu ülkenin varisiymiş bir zamanlar. Nasıl olurdu? Annem hep babamı bize iyi bir insan olarak anlatmıştı. Böyle zalim bir yerde doğup iyi bir insan olamazdı. "Peki babam Eva ? Bana onu anlat."

"Baban küçüğüm, asla aklından geçirdiğin o zalim adam olmadı. O bu ülkeye karşı doğmuştu adeta, öyleki kendi babası bile onu tahta geçirmek istemiyordu, fakat başka bir şansı yoktu. Çünkü başka bir evladı daha yoktu tahta geçirebilmek için. Babanın henüz bir bebekken, 7 yaşlarında bir abisi vardı ama hastalıktan ölmüştü. Aradan yıllar geçti, baban tüm bu zalimliklere karşı iyi bir insan olarak yetiştirdi kendini hep. Genç bir delikanlıyken annen ile tanıştı, yıllarca gizli gizli görüştüler fakat iş evlileğe gelince iki krallıkta buna karşı çıktı. Baban bir varis, annen ise Lauren krallığında basit bir terzinin büyücü kızıydı. En önemlisi ise annen düşman bir krallıktandı. En sonunda ise annen hamile olduğunu öğrenince baban onu Tenebriste ıssız bir köye yerleştirdi. Kendi aralarında kimseye haber vermeden evlendiler. Alex doğduktan bir yıl sonra annen bu sefer sana hamile kalınca işler zorlaşmaya başlamıştı. Sen doğduktan sonra ise kral babandan iyice şüphe duymaya başladı. Bir gün babanı bir kaç askerle birlikte takip etti ve annenin yanına geldiğini görünce pusuya yatıp babanın annenin yanından ayrılmasını bekledi. Ertesi sabah baban saraya dönmek için yola çıkınca anneni ve sizleri yok etmek için kaldığınız o minik evi bastı. Sen o zamanlar 4 aylık ufak bir bebektin Alex ise 1 yaşında ve yeni yeni yürümeye başlamıştı. Annen büyüsüyle askerleri ve kralı ne kadar püskürtmeye çalışsada hiç bir işe yaramadı. Kral anneni bir kılıçla Alex'in gözleri önünde yaralayınca bu sefer Alex'in içindeki büyü annesi için serbest kaldı ve o gün orda bulunun tüm askerler, kral dahil herkez öldü. Baban bu haberi duyduktan sonra zorla tahta geçirilmeye kalktılar onu ama o kabul etmedi, anneni ve sizleri alıp boyut kapısından dünyaya kaçtılar bir daha dönmemek üzre. Fakat kader ki küçüğüm, yeniden burdasınız." Gözümden düşen bir damla yaştan sonra ayağa kalkıp Tenebris'e döndüm yeniden. Bu krallık benim aileme acı ve zulüm vermişti, şu anda bu durumda bulunmamızın tek sorumlusuydu burası. Duyduklarım beni her ne kadar şoklara uğratsada içimde dalgalanan bir öfke denizi vardı sanki. Kat be kat artan, her dafasında dahada büyüyen bu dalgalar şu anda tepesinden baktığım bu ülkeyi yok etmek istiyordu. İlk defa bu arzuyu hissetmiştim, ilk defa iliklerime kadar öldürme arzusunu hissetmiştim ve hissetmeyede devam ediyordum. "Sakin ol küçüğüm, herşeyin bir zamanı var"

"Ne zamanından bahsediyorsun sen. Tüm bu olanları Alex biliyormu?!"

"Hayır"

"Beni hemen onların yanına götür. Hemen şimdi !" ilk defa bana itaat eden ejderha kanadını önüme serdi. "Sen nasıl istersen." Bana ilk defa itaat etmesinin şaşkınlığını sonra yaşayabilirdim, şimdi ailemin yanına gitmem gerekiyordu.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum 💕

SON EJDERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin