22.Bölüm

665 53 13
                                    




Bugün içimi dolduran büyük bir şeyi yaşıyorum, içim içime sığmıyor gibi... Gökyüzü bile içime yetemeyecekmiş gibi hissediyorum. O kadar yoğun yaşıyorum ki duygularımı, kahkahalarıma gözyaşlarım eşlik ediyor. Gülümserken ölesiye ağlıyorum. Birçok duyguyu aynı anda yaşıyorum.

Gözyaşlarım bana aitti. Yanaklarım ruhumla birlikte alışmıştı ıslaklığa, yadırgamıyordu ama kıvrılan dudaklarım yüzüme yabancıydı. Dişlerime kadar titriyordum çünkü böyle ortada olmaya, dudaklarımın gölgesinden çıkmaya alışkın değillerdi. Gülümsemek benim için kolay bir eylem değildi. Hislerim bu denli kendini göstermez, beni böylesine amaçsız gökyüzüne çıkarmazdı.
Yıldızlara tutkun olmama rağmen toprağa yakındım. Bedenimde ruhumda toprakla bir bütündü. Alışkın değildim maviliklere karışmaya. Siyaha aitken, her zerrem karanlığa mahkum iken, ona alışmaya yeni alışmışken bir anda çıktığım gökyüzü içimi coşturuyordu. Midem kasılıyor ve yakıcı bir sıvı midemde hareket gösteriyordu. Öte yandan da kalbim olağan ritmini kaybetmiş, bedenimin direncini kırıp geçiyordu. Bir şeyler yapmamı engelliyordu. Öylece, odamda yatağımın ortasında amaçsızca oturuyordum. Ruhum bir şey istemiyordu. Önüme serdiğim kağıtları gözlerim tararken beynim durmadan teori üretiyordu. Kesin bir şeyler söyleyemiyordum çünkü bir yerden sonra o söylediğim etkisini kaybediyordu.

Örneğin;

Zirvenin eski sahibi yani karabasan, neden kendi oğlunun yerine başka birine Zirveyi verdi?

Karabasan bu denli korkulan biri ise neden Zirveden indi?

Ya da neden indirildi?

Kim ya da kimler yapabilir?

Nedir bu vazgeçişin nedeni?

Geçmişe yaşananlar nasıl bu güce yer hazırlamıştı?

Neden mekan olarak bir üniversite?

Zirveyi Karabasandan sonra yöneten kişi de vazgeçmiş peki ama neydi bu vazgeçişlere neden?

Sanırım Emir ile görüşmeliydim tabi önce iki hafta önce beni arayan numaranın hangi şubeden alındığını bildiğimden bugün yapılacaklar listemin başında orası vardı. Yataktan kalkıp dolabımın karşısına geçtim. Altıma lacivert kotumu geçirip üzerime de bej renkli askılı şifonumu giyinip sırt çantamı ve telefonumu alıp aşağıya indim. Yağız ortalıkta görünmüyordu ya uyuyordu ya da evde yoktu. Her iki ihtimalde de kahvaltı hazırlamama gerek yoktu. Zaten canımda çörek istiyordu. Babetlerimi ayağıma geçirip evden çıktım. Çıkmamla yüzüme vuran sıcak hava sayesinden çantamdan bir kalem çıkarıp saçlarımı topladım, pişmeye hiç niyetim yoktu. Durağa kadar resmen suyum çıkmıştı bu ne sıcaktır yahu? Gelen İETT ye bindiğimde soğukluğu nedeniyle yüzümde bir gülümseme oluştu. İnsan hayatını düşünmüyorlardı ama keyiflerini düşünüyorlardı. Ayakta onlarca kişi varken olası bir kazada yaşanacak can kaybına söylenecek tek söz başımız sağ olsun olacaktı.

Ölümü herkes biliyordu ama ölürken kimse fark etmiyordu, etmek istemiyordu. Yaşanan onca acıya ve kayba söylenen sadece iki günlük sözde YAS idi. İflah olmaz bir millettik biz ama yine de millettik biz. Düşünün birini ama öyle sıradan birini değil ! Bedeninin, ruhunun ve nefeslerinizin karıştığı birini düşünün. Her şey mükemmel görünüyor değil mi? Şimdi ise sıradan bir yolu düşünün. Yanınızda nefes alma sebebinizle birlikte o yolda ilerlediğinizi düşünün. Yine mükemmel değil mi avuçlarınızdaki sıcaklık? Sonra da karşıdan hızla gelen bir arabayı düşünün, avucunuzdaki o sıcaklığı senden alan o anı düşünün Bu, acıttı değil mi?

ZİRVE ( K. 1 )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin