BÖLÜM 2

4.5K 305 38
                                    

Alkan, son Jack Daniel's viskisini de kafasına dikip, acı sıvının boğazını yakmasına izin verdiğinde yüzünü buruşturmuştu. Yanında sessizce oturmaya devam eden Mert'e "Ben gidiyorum" deyip, barın çıkışına doğru yöneldi.

Mert, arkasından merakla bakarken, "Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı. Karşılığında ise ona "Mars'a" diye, cevapladı gözlerini devirip, birbirleriyle dans eden çiftlerin arasından zar zor geçtiğinde. 

Kapının önünde nöbet tutan kalıplı iki korumaya baş selamı verip, terli ve alkol kokan ortamdan dışarı atmıştı kendisini. Hayattan ciddi anlamda sıkılmıştı. Her şey aynı döv, iç, seviş... Sıkılmıştı, 'Acaba gerçekten Mars'a mı gitseydim?' diye düşündü. Bıkkınlıkla havaya solumalarını bırakıp, önünde kıvrılmasını izlemişti. 

Hiç eve gitmek istemiyordu. Bardan bile daha karanlık ve boğucu olan o yer... İki katlı lüks villa Alkan'ın cehennem tatili gibiydi.

Soğuk havayı içine çekerken nefesini buhar şeklinde tekrar dışarı verdi. Gözlerini kapatıp, kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı. Rüzgârın yüzünü yalayarak geçip gitmesini, ona hoş bir ürperti bırakmasını hissetti bir süre. Geçmişini merak ediyordu ama ne yaparsa yapsın bir türlü hatırlamıyordu işte. Hatta bunun için Mert kafasında vazo kırmıştı. Geri zekalı yüzünden dört dikiş atılmış, saçını kazıtmak durumunda kalmıştı. Kesin bunu Alkandan daha yakışıklı olmak için yapmıştı ama ne diyebilirdi ki o hâlde bile yakışıklıydı.

'Siz, şimdi sorarsınız Mert'e ne yaptı?' Alkan da onun kafasında sandalye parçalamıştı, o da sekiz dikişle gezmişti. Sağlam kafası vardı. Alkan, şahsen ölür diye bekliyordu. Tekrar hayatı boyunca yapacağı gibi derin bir nefes alıp, yürümeye başladı.

Bir kadının çığlığıyla ıssız sokakta bedenini durdurduğunda kafasını sağa doğru iki bina arasındaki karanlık sokak arasına çevirmişti. Kadın, yüzündeki dehşet ifadesiyle eteğinin uçuşmasını aldırmadan ona doğru koşup, yanından geçip gitmişti. Sanırım zor durumda olan o değildi, çünkü Alkan'a yapışarak yardım istememişti. Muhtemelen bir kavgadan kaçıyordu. Kadının kaçtığı yöne doğru yavaş adımlarla sakince yürüdü.

Sanki hiç acelesi yokmuşçasına yürüyordu. Biraz sonra kadının kaçtığı manzaraya gözünü diktiğinde oflamıştı. Karanlık sokakta neler olduğunu daha net görmek amacıyla ay ışığının yoğun olduğu yere doru gidip, sırtını soğuk binaya doğru dayamıştı. On kişi, bir çocuğun önünde kavgacı bir pozisyonla dikiliyorlardı.

Çocuğa acımıştı, bir süre komada kalacak gibiydi. Soğuk elleriyle ceplerini kontrol edip, sigara paketini çıkarmış, soğuk dudaklarının arasına yerleştirerek bir dal yakmıştı. Zehirli dumanı içine çekerken 'Keşke patlamış mısır da olsaydı' diye iç geçirdi. Yavaş yavaş Mert'e benzemeye başlamıştı. Normalde olsa şimdiye kadar yürüyüp, gitmişti bile. Sonuçta onun kavgası değildi.

"Ya grubunu siktirdikten sonra alıp git ya da merhamet dilenmeye hazır ol!" diyen çocukla gözlerini devirmişti. Gerçekten mi? ilk okul bebesi misin oğlum sen ya?

Genç çocuk,"İlk okul çocuğu musun lan sen, siktirme merhametine az laf çok iş" dedi gür bir sesle. Sesinden sıkılmışlık akıyordu. Alkan'ın iç sesine tercümanlık yaptığı için dudaklarında yarım bir kıvrılma oluşmuştu. Tek sıkılanın o olmadığını bilmek de güzeldi. Ama bu yardım edeceği anlamına gelmiyordu çünkü grup savaşıydı, her ne kadar adil olmasa da. Tek gezmek onun sorunuydu. Arkası Alkan'a dönük olduğu için kim olduğunu net göremiyordu. Gerçi hoş görse de tanımazdı sanırım. Unuttuğundan değildi bu, umursamazlığındandı.

"Sen de kimsin ne arıyorsun burada?" Alkan'ı fark etmesiyle, ona dönen bir grup çocuktan biri Alkan'a doğru tehditkar bir şekilde adım atmıştı.

KRALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin