Bazı insanlar, kurtulmanın yanında getirdiği zayıflıkların bilinmesini göze alarak kurtarıcısından yardım isterdi. Bazı insanlar ise o zayıflıkların bilinmesindense onunla boğulmayı onun sonu olacağa zamana kadar onunla yaşamaya çalışırlardı.
Birde bunun arasında kalanlar vardır. Zayıflıkların bilinmesini istemeyen ama kurtarılmayı bekleyen, onunla yaşamaya çalışan ama sonu olmamasını dileyen kişiler...
Alkansa onlara siktiri çeken kişi oluyordu. Kendi kendisinin kurtarıcısı, zayıflarıyla yaşamayı öğrenmiş daha da güçlenmiş, diğerlerinden daha iyi olduğunu gösteren bir şekilde dim dik kendisinin kahramanı olan kişi.
Çünkü kurtarıcılara inanmıyordu. Ne kadar bekleseniz de gelmeyeceğini acı bir şekilde öğreniyordunuz çünkü. Alkanda acısına acı katmamak için kendi acısıyla yoğrulup, onunla yaşamaya alışmıştı.
Şimdi ise bu siktiğinin ibnesinin sözleri içinde bir alev topunun büyümesine neden oluyordu. O kimdi ki? kendini ne sanıyordu? Ne hakla, ne hakla Alkan'ın kurtarıcısı olmayı düşünüyordu?
Buna nasıl cüret edebiliyordu?
"Üzerimden çekil " dedi, buz tabakasını bile delip geçebilecek soğukluktaki sesiyle Alkan.
Arslan sinirle dişlerini gıcırdattı. "Sana bunu Kim yaptı dedim" dedi tüm sertliğiyle.
Alkan, gözlerini tekrar yumdu. Zayıflık gösterme, sakın zayıflık gösterme dedi içinden.
Tekrar açtığı gözleriyle Arslan'ı yok etmek itermiş gibi bakıyordu. "Siktiğimin merhametini kendine sakla ibne, eminim buna daha muhtaç kişiler bulursun" dedi sinirlenerek.Arslan, sinirlerini zıplatıyordu. Gözleriyle, sesiyle, kokusuyla, Alkan'ın içindeki bilinmezliğiyle; kısaca tüm varlığıyla sinirlerini zıplatıyordu.
"Hangi piç yaptı lan bunu?" diye tekrar kükreyerek, Alkan'ın başının yanındaki duvarı yumrukladı. Anî tepkisinden dolayı irkilmişti Alkan.
Kısa sürede kendisini toplayıp, bağırarak cevap verdi. "Sen yaptın, oldu mu? bu senin suçun, bunu mu duymak istiyordun? Göt veren " dedi, Arslan'ın altında tepinerek.
Bir süre sessizlikten başka bir şey duyulmadı. Ta ki Arslan'ın dudaklarını sırtında hissetmesiyle. Donup kalmıştı. Kıpırdayamıyordu, tepki bile veremiyordu Alkan. Tüm hisleri alınmış gibiydi. Dudakları yaralarının üzerinde gezinirken Alkan'ın teni alev alev yanıyordu. Kuzey kutbu kadar dondurucu soğukluğunun ısındığını hissediyordu. Alkan'ın hiç hoşuna gitmemişti bu.
Arslan, Alkan'ın teninde son bir tüy kadar öpücük bıraktıktan sonra yarayla kaplı sırtı tekrar tişörtle örtüp, altındaki bedenin kulağına eğilmişti. Alkan'ın burnuna Arslan'ın tanıdık kokusunun tüm hücrelerine dolmasıyla eş zaman, " Özür dilerim" diye fısıltı duyması bir olmuştu. Arslan, şimdi de ondan özür diliyordu.
Lanet olsun, lanet olsun! neden özür diliyordu ki şimdi. Dilemesini istemiyordu Alkan.
Dudakları Alkan'ın kulağından çekilirken son bir kez daha "Üzgünüm " deyip, hızla üstünden kalkıp gitmişti. Çarpılan kapı sesiyle olduğu yerde kalmaya devam etti.
Alkan, hala şokun etkisindeyken yerdeki Arslan'ın elinden kalma kana baktı. Ne yapıyordu? ondan ne istiyordu? yavaş yavaş yerden kalktı. Hiçbir şey düşünemiyordu. Eli kapı kulpundayken yüzünde hissettiği ıslaklıkla parmak uçlarını yanağına götürdü. Ağlamıştı. Bunu fark edememişti bile.
Ağlamayalı ne kadar olmuştu acaba?
Dün ağlamamıştı, ondan önceki günde ve Kendisine ağlamak için izin verdiği tüm zamanlarda bile ağlayamamıştı. Ne olmuştu peki az önce?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL
RomanceBu savaşın iki sonucu vardı, ya kazanırsın ya da sürülürsün. Sırlarla dolu bir geçmişi ve nefesi olduğunu iddaa ettikleri bir çocuk. Kafasını gökyüzüne kaldırdı, karanlık gecedeki tek tük yıldızlar şehrin üstünde parlıyorlardı. "Sen benim neyimsin...