Kırık dökük, yıpranmış bina büyük boş bir arazi alanına kurulmuştu. Havanın kararmasıyla oluşan gri gökyüzüyle korkutucu bir atmosfer yayılıyordu etrafa. Resmen perili evdi bu! Böyle mafya mı olurdu? Sıkıntıyla ofladı. Hiç sevmezdi perili evleri her yerden iğrenç küçük böcekler fışkırıyordu. Onların vücudunuzda dolandığını düşünsenize ııyyhh!
Elleriyle ürpertici havayı dağıtmak için kollarını ovuşturdu. Bütün deliler zaten hep onu bulurdu, mafyanın bile delisi denk gelmişti. Adamın perilere karşı hobisi var galiba diye düşündü... Tekrar oflayıp yürümeye başladı. Gri gıcırdayan kapıyı açıp, içeri girdiğinde ıslık çaldı. Burası baya büyüktü. Karanlık odaya giren, azalan gün ışığıyla tozların havadaki dansı görülüyordu. Tozların arasından geçerken öksürdü. Tavandan sarkan örümceklerden olabildiğince uzakta yürümeye çalışıyordu.
"Nerde lan söyle ibne" dedi kalın bir ses. Bu Alkanla telefonda konuşan adamdı. Hızla odaya girmesiyle Arslan'ı sandalyeye bağlı yüzü gözü kanlar içinde görmesi bir olmuştu. Gördüğü manzara nefesini kesmişti. Yüzü köstebek yuvalarını aratmayacak cinstendi. Her yeri mosmordu. Dişlerini sıkıp gıcırdattı. Elleri karıncalanmıştı. Alkan, buradan birini öldürmeden gitmeyecekti. Ebelerini tek tek belleyecekti.
Kapıyı çarptığında "Ona bir tek ben vurup, ibne diyebilirim. Buruşuk suratlı" dedi sinirden titreyen bir sesle.
Arslan, kafasını kaldırıp Alkana baktı. Adam otuz iki diş sırıtırken, "Demek geldin prenses, bende seni bekliyordum. Buraya gelirken hiç düşünmedin değil mi? Nasıl bu kadar kolay girebildin sanıyorsun?" dedi. Kafasıyla Alkanın arkasında birine işaret verdi. Arkasına döner dönmez başına yediği darbeyle yere düşmüştü. Arslan'ın kükreyişleri arka plânda cızırtıyla kalırken, tekrar etrafını karanlık sarmıştı.
Lanet olsun ya! Niye hep sonu uyuyan güzele bağlıyordu ki.
Yine halüsinasyon görüyordu sanırım çünkü küçük bir evdeydi. Salon sayılabilecek küçük bir yerde koltukta çıplak olarak uzanıyordu. Nedensizce salakça sırıtıyordu. "Hey, kıpırdama dedim sana sonra o çok beğendiğin yüzünü çığlık tablosuna dönüştürürüm" dedi, yumuşak bir ses. Müzik tınısını aratmayan sese döndüğünde Arslan'ı elinde resim fırçasıyla gördü. Yüzünden hiç silinmeyen sırıtışla Alkanı izliyordu.
Alkan anlamayarak "Ne yapıyorsun?" dedi kaşlarını havaya kaldırmayı da ihmal etmemişti. Alkan neden bu koltukta çıplaktı. Üstelik Arslan, onu çiziyordu ve ikisinin yüzünde de anlamadığı şekilde şebek bir sırıtma oluşmuştu. "Seni çiziyorum" dedi saçma bulduğu soruya kıkırtıyla gülerek cevap vermişti. Neden sürekli onu görüyordu. O, onun neyiydi?
"Sen benim neyimsin?" dedi soruyla karışık kafa karışıklığıyla. Arslan, kafasını kaldırıp ona baktı.
"Sen benim için neysen bende senin için oyum" dedi gri gözlerine bulut çökmüş gibiydi. Fırtınanın içinde kaybolmuş hissediyordu Alkan. "Peki ben senin için neyim?" dedi, nefesini tutarken vereceği cevaba odaklanmıştı. Ona derin duygularla adlandırabileceği bir şekilde bakarken yerinden kalkıp, ona doğru yürümeye başladı.
Arslan bir kedinin endamıyla yürürken Alkan gözlerini ondan ayıramıyordu. Sakat bırakıp, onu yürüyemez hâle getirmeliydi ki kimse onu bu şekilde izleyemesindi. Düşünceleri sadist bir şekle bürünürken yutkundu. Tam yanında durup yüz yüze gelecek şekilde eğildi. Gözlerinin içine bakıp, elini yanağına koymuştu.
Alnını alnına yaslayıp, yanağını ince kalın parmaklarıyla okşadı. Nefesleri birbirlerine karışırken, "Nefesimsin" dedi. Yüzüne fırlatılan soğuk suyla "Senin buruşuk götünü sikiyim, buruşuk surat!" diye bağırdı Alkan nefes almak istercesine öksürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL
RomanceBu savaşın iki sonucu vardı, ya kazanırsın ya da sürülürsün. Sırlarla dolu bir geçmişi ve nefesi olduğunu iddaa ettikleri bir çocuk. Kafasını gökyüzüne kaldırdı, karanlık gecedeki tek tük yıldızlar şehrin üstünde parlıyorlardı. "Sen benim neyimsin...