Alkan, arabada sessiz sedasız giderken kalbi kadar karanlık yola baktı. Tek fark uzakta az da olsa belli olan şehrin ışıklarıydı ama karanlık kalbinde iğne ucu kadar ışığa bile yer yoktu. O iğne ucu kadar ışığa da izin veremezdi çünkü alışırsa o ışığa, tekrar karanlığa düştüğünde boşluğa düşer sonu olurdu.
Kafasını sola çevirip, direksiyonu elleriyle sımsıkı boğan babasına kayıtsızca baktı. Onun için polisten kurtulmak kolaydı çünkü parası vardı. Asıl önemli olan yarın tüm magazin manşetlerini süsleyecek ve babasını utandırmış olmasıydı. Babası, kısaca Kandemir soyadını utandırdığı için sinirliydi. Derin bir nefes alıp ofladı.
Uzun bir gece olacaktı, uzun ve acılı...
Cehennemine giriş yaptığını gösteren, Kandemir mâlikanesinin taşlı toprak yoluna girmiş, evi gösteren ağaca asılmış tabela görünmüştü. Demir kapılar, onlar için açılıp kapandığında bu kez taşlı yolda ilerleyip, iki katlı lüks villanın önünde duran arabayla kendini soğuk havaya atmıştı.
Hizmetçinin açtığı kapıdan içeri girmesiyle arkasından gelen babası kapıyı sertçe kapatmış, açık kahverengi gözlerini Alkan'ın gözlerine dikip, "Yukarı!" diye sert bir ses tonuyla emir vermişti. Alkan, ağır adımlarla merdivenleri tırmanıp, çalışma odasının kapısını açmıştı. Odaya sinmiş deri kokusunun burnuna dolmasıyla içi titremiş nefretle dolmuştu. Meşe ağacından yapılma masanın önünde durdu.
Karanlık odayı aydınlatan ay süzmeleri yüzüne vuruyordu. Kapının açılmasıyla dönüp, cehenneminin Luciferına baktı. Beyaz gömleğini dirseklerine kadar sıvamıştı. Alkan'a benzeyen siyah saçları ise alnından aşağı dökülüyordu.
Kızamıyordu ona çünkü suçluydu suçumu bilmeden ama biliyordu ki o da acı çekiyordu suçundan. O yüzden sorun yoktu Alkan için. Yine de onu seviyordu, bir gün affını bekleyerek, işte o zaman cehenneminin zincirlerinden elini ve ayağını bağlayan prangalardan kurtularak özgür olacaktı.
Tekrar yüzünü ay süzmelerine dönüp, siyah dar tişörtünü başından çekip çıkarmış ve yere diz çökmüştü. Pantolonundan çıkarttığını belli eden kemerin şıngırtıları kulaklarında yankılandı. Soluklarını içinde tutarken, zayıflık göstermemeye çalışıyordu.
İlk darbenin beklentisiyle çenesini sıkıp, dişlerini gıcırdattı ve çok geçmeden kemerin yakıcı iz darbesini etinde hissetmesiyle olduğu yerde kasıldı. Dik durması lazımdı ve o, bunu bildiği için daha da hırçınca vurmaya başlamıştı.
Gözleri tutmaya çalıştığı yaşlarla bulanıklaşırken, kendine ağlamak için izin vermedi. Kemerin her sırtına vuruş sesiyle vücuduyla eş zamanlı beyni de zonkluyordu. Ağlamayacaktı, asla ağlamayacaktı işte.
Dudağını dişlemekten dolayı kanlar dudağından aşağı süzülüyor, yanağının içini ısırmasından dolayı da kanın metalik tadı ağzına doluyordu. Ona bir inleme bile bahşetmemek için ruhunu ortaya koyuyordu. Bunu yaparken de fırtınayla okyanus rengi gözler gözünün önündeydi. Şu an için kurtarıcısı olarak o gözleri düşünüyordu anlamadığı duygularla.
" Bir dahakine..." dedi kesik kesik nefeslerinin içinden zebanisi.
"Yakalanmamayı öğrenirsin sanırım oğlum" dedi, düzensiz nefeslerini düzene sokmaya çalışırken.Alkan'ın gözü kararırken başını belli belirsiz sallamıştı. Ayağa kalkarken artık hissedemediği acıyla hafif sendelemişti. Elini masaya dayayıp tutunduğunda, kanlar sırtından aşağı dökülerek nehir hattı çiziyordu.
Kapıdan çıkarken, babasının eli hafifçe omzuna değmesiyle canı acısa da durmuştu. "İlk yardım yapması için Ayşe'yi odana göndereceğim" işte bu umut kırıntılarına tutunuyordu Alkan, onu affetmesi için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL
RomanceBu savaşın iki sonucu vardı, ya kazanırsın ya da sürülürsün. Sırlarla dolu bir geçmişi ve nefesi olduğunu iddaa ettikleri bir çocuk. Kafasını gökyüzüne kaldırdı, karanlık gecedeki tek tük yıldızlar şehrin üstünde parlıyorlardı. "Sen benim neyimsin...