Alkan, eve girdiğinde olabildiğince ses çıkarmamaya dikkat ediyordu. Arslan'ın karşısına prinalardan kurtulmuş şekilde çıkamazdı sonuçta. Temizlenmesi gerekiyordu. Yakışıklılığını sergilemeliydi. O karşısında heykel gibi dikilirken, pasaklı bir şekilde yanında duramazdı. Önemli bir konuşma yapacaktı sonuçta. Kapının açılmasıyla aynı anda dışarda yıldırım çarptı. Bir anda yağmur bastırmaya başlamıştı. "Siktir!" diye mırıldandı. Anahtar elinden düşüp, büyük bir gürültüyle yeri boylamıştı. Dışardaki yıldırım ise gittikçe sinirlerini zıplatıyordu.
Ne güzel bir geceydi böyle!
Yanan gece lambasıyla sıçrayarak hızla sağına döndü. Babası ayakta dikilmiş duvara yaslanmıştı. Çapraz yaptığı kollarını çözerek yanına ilerlemeye başladı. "Nerelerdeydin?" diye soru sordu. Tam dibinde durmuş kehribar gözlerini grilerine dikmişti. Derin bir nefes aldı. Buyurun cenaze namazına!
"Mert'in yanından geliyorum"
Tek kaşını kaldırdı. "İki gün boyunca mı?"
Kurumuş boğazını ıslatmak için yutkundu. "Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım" dedi dik dik babasının gözlerine bakarken. Alaylı bir şekilde sırıttı. "Sanırım boks maçı yaptığın için zamanın nasıl geçtiğini anlamadın" dedi işaret parmağıyla Alkanın üstünü başını işaret ederken.
Eveet, şimdi açıkla bakalım!
Çıplak göğsüne bir bakış attı. Üstünde yer yer kurumuş kan vardı. "Her zamanki gibi beni sinirlendirdi, bende ders verdim" dedi yutkunarak. Ders vermeye bayılırdı ne de olsa. "Yani bu kan sana ait değil" dedi şimdi hiç bir şeyi belli etmeyen poker suratıyla bakıyordu. Bu şekilde bakıyorsa arkasından mutlaka kan dökülürdü. Alkan gözlerini kısa bir süre kapatıp açtı. Sıçmıştı. Eliyle sağ omzunun üstündeki yaraya dokundu. Yaranın üstünü sıkarken acıyla inledi Alkan. Tekrar açılan yaradan yine kan sızıp, göğsüne doğru akıyordu. Pantolonu daha önceki olaylar yüzünden kurumuş kan olmuş, kir pas içindeydi. Ayakları ise çıplaktı.
Eh, bir çocuk bile onun söylediği yalana inanmazdı. Kurumuş boğazını tedirginlikle tekrar ıslatıp, dudağını yaladı. "Bunu erteleyebilir miyiz? Söz veriyorum gün bitmeden cezanı vermiş olursun" dedi. Arslan'la konuşması gerekiyordu.
"Nereye?"
"Bir işim var" dedi izin vermeyeceğini çatılan kaşlarından anlamıştı. Geriye siktir çekip cezayı sonra iki kat çekmesi demekti bu.
"Suç ortağınla mı buluşacaksın yoksa?" dedi. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Anlamadım" dedi.
Alkandan uzaklaşıp büyük salonun ortasında durdu. "Dosyalar nerede?" diye sordu. Şimdi anlaşılmıştı o mal adamların neden güldüğünü çünkü aradıkları dosya babasındaydı. Ulan Arslan ne bok çeviriyorsun bilmiyorum ama siktim belanı diye sinirle düşünüp, yumruklarını sıkmıştı.
"Neyden bahsettiğine dair bir fikrim yok, bendeki tek dosya intikam dosyası o da şu sıralar aksak çalışıyor" dedi sırıtarak. Kafasını ileri doğru hareket ettirmesiyle karanlıktan sayabildiği kadar ona yakın siyah takım elbiseli adamlar çıkmıştı.
Sinirle saçlarını karıştırdı. "Hayır amına koyim ya, yok bende dosya filan anlamıyor musun?" dedi, bu kez yüksek perdeden çıkan sinirli sesiyle.
"Bence kimde olduğunu biliyorsun ama"
"Bak işte onu da bilmiyorum" dedi, otomatikman cevap vermişti. Gülerek kafasını eğdi "Başlayın, oğlumun hafızasını biraz yerine getirin" dedi. Adama bak ya, elini bile sürmek istemiyordu Alkana. "Gücendim valla sen dururken beni elin adamlarına mı dövdürecen" dedi sırıtarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL
RomanceBu savaşın iki sonucu vardı, ya kazanırsın ya da sürülürsün. Sırlarla dolu bir geçmişi ve nefesi olduğunu iddaa ettikleri bir çocuk. Kafasını gökyüzüne kaldırdı, karanlık gecedeki tek tük yıldızlar şehrin üstünde parlıyorlardı. "Sen benim neyimsin...