Her kahramanların bir kurtarış hikayeleri olurdu. Kimi prens öpücükle uyandırırdı pamuk prensesini ölümden, kimi prensesini canavardan kurtarırdı ama Arslan'ın kurtarması gereken kişi ne yazık ki prenses değildi.
Öpücükle uyandıramıyordu çünkü prensi zaten uyanıktı ve öperse o da zehirlenirdi. Canavarla savaşamıyordu çünkü görünmez bir ruhla kimse savaşamazdı.
Arslan, sevdiğini nasıl kurtarmasını gerektiğini bilmiyordu işte. Ne yapması, ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu çünkü kendisi de kayıptı zaten. Üç gün olmuştu, koskoca üç gün. Dışardaki hava aynı rüzgarlı güneş olmasına rağmen, içlerindeki hava ise durgun kasırga gibiydi.
Alkan, ne konuşuyor ne de doru düzgün bakıyordu. Bırak tanrıyı, tanrıçaları bile kıskandıracak gözleri sadece boş bakıyordu ve Arslan artık ne yapması gerektiğini bilemedikçe Alkana saldırmak istiyordu.
Onu kendine getirip, kendisini görmesini istiyordu artık. Görünmez olmaktan yıpranmıştı. Gözlerinin önünden geçiyordu, sevgi sözcükleri fısıldıyordu ama yine de görünmezdi.
Tam karşısına geçmiş hastane yatağında yatarken onu seyrediyordu her zamanki gibi. Yağlanmış saçları, gözlerinin altındaki koyu renk halkalar, yorgun bakan boş gözleri hiçbiri güzelliğini örtemiyordu gözünde ve bu onu sinirlendirmek yerine Alkana duyduğu güçlü aşkla kabullenmişlik yaşıyordu.
Duvara sinen bedenini oynatarak kendini bir adım ileri attı. Küçük bir adım ve küçük bir adım daha ta ki boş gözler ona dönene kadar böyle ilerledi. Sadece birbirlerine bakıp Alkan onu görmezden gelirken Arslan gözleriyle bakması için yalvarıyordu.
Arslan, kurumuş ve çatlamış dudaklarını yalayıp sesini saklandığı delikten bulmak için bir iki kere öksürdü. Son kez yutkunduktan sonra "Alkan?" dedi. Ses telleri yalvarmamak için titreşerek sinyal veriyordu. Ağzını kapatıp, kafasını çevirdi, böyle boş bakmasındansa nefretle bakmasına razıydı.
Gözlerinin dolmasını engelledikten sonra tekrar başını ellerine gömmüş artık tanıyamadığı sevdiği prensine döndü.
"Lütfen, ikimizde hatalar yaptık. Buraya gelmek için yokuşlu yollarda çok düze tırmandık. Sana ihanet etmedim. Hatırlamıyorum amına koyayım tamam mı?" Arslan ilk kez küfür etmişti. Buna başvurduğuna bakılırsa gerçekten çaresizliğin kitabını yazmak üzereydi. Alkan, uyandığında ilk gün her şeyi hatırladığını söyleyerek hastaneyi birbirine katmıştı ve bu yüzden ellerini yatağa kelepçelemişlerdi. İkinci gün Arslan ipi en önde çekerek herkes dahil küfürlerinin hedefi olmuştu ve Alkan istediğinde çok yaratıcı olabiliyordu ve son 24 saatin içinde oldukları üçüncü günde ise sessizdi ve Arslan bundan korkuyordu.
Sakindi, korkmasına rağmen sakindi. Çünkü biliyordu ki patlayacağı zaman yine yanında olup, incinmemesi için ona göz kulak olacaktı.
"Banyo yapmak istiyorum" kısık çatlak sesle Arslan kaşını çatarken kurduğu ilk cümlenin bu olması boynunu kütletmesine neden olmuştu. Uyandığı zaman ilk cümlesi de şerefsiz olması gibi yine siniri bozmuştu.
Havadan sabır dilenmek istercesine büyük bir nefes alıp, içinde tuttu. Cebinden çıkardığı anahtarla tereddüt ederek bir süre durdu. "Alkan, yalvarırım yanlış bir şeyler yapma. Sana güveniyorum" dedi Arslan.
Alkan sadece başını sallarken iyice dibine girip, kelepçeyi çıkarttı. Burnuna dolan güzel kokusuyla kendine gelmek için boş gözlerine bakması yetmişti. Bu canını yakmıştı, hiçbir şeyin yakmayacağı kadar hem de. Canından çok sevdiğin bir insanın artık size değer vermemesi keşke ölseydim dedirtiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRAL
RomanceBu savaşın iki sonucu vardı, ya kazanırsın ya da sürülürsün. Sırlarla dolu bir geçmişi ve nefesi olduğunu iddaa ettikleri bir çocuk. Kafasını gökyüzüne kaldırdı, karanlık gecedeki tek tük yıldızlar şehrin üstünde parlıyorlardı. "Sen benim neyimsin...