Yazar: Ceyda Yeliz EREN

142 28 48
                                    


 Benim bir karıncaya bile ulu nazarım vardır (Yunus Emre)


BEYAZ KURT

Gözlerimi açtığımda adeta kaskatı kesilmiştim. Uzandığım zemin buz gibiydi ve önümde de kalınca parmaklıklar vardı. Gözlerimi iyice ovuşturarak etrafıma baktım. Yalnız değildim. Farklı farklı kafeslerde tavşandan geyiğe kadar irili ufaklı bir sürü hayvan vardı. Biraz sonra koca demir kapı gıcırdayarak açıldı ve içeriye üç insan, yani gezegenin en tehlikeli türü girdi. Bir taraftan bize bakıyor diğer taraftan aralarında konuşuyorlardı. Eğer doğru anlıyorsam bizim sayemizde büyük paralar kazanacaklarından bahsediyorlardı. Kimimizin etinden kimimizin de derisinden kazanacaklardı. Yani bizler, sırf bir elbiseye süs ya da bir salona dekor olabilmek için öldürülecektik.

Kafeslerin içindekilerden en güçlü olan bendim. Bu yüzden diğer kafestekiler yardım umar gibi gözümün içine bakıp duruyorlardı. Ancak ben ne yapabilirdim? Ne demir parmaklıkları kemirebilirdim ne de beton zemini kazabilirdim... Ben de onlar gibi sıramı bekleyecek ve öldürülecektim. Çaresizlikle adamları süzmeye başladım. İçlerinden mavi gözlü olanı oldukça kurnaz gözüküyordu. Kahve renkli gözlü, bir yırtıcı gibi acımasız bakıyordu. Ela gözlü olanı ise alabildiğine soğukkanlı duruyordu. Ben en çok da ela gözlüden korkmuştum. Çünkü ısrarla bana bakıyor ve sanki içinden:

"En evvel şu kürkü kıymetli olanın icabına bakmalıyız!' diyor gibiydi. O bana baktıkça ben de ona hınçla baktım ve içimden

"Sen ki yaratıkların en şereflisi olarak yaratıldın ama aslında sen yaratıkların en tehlikelisi en acımasızı en alçağısın! Bir saat gibi işletilen kâinatın dengesi ile arsızca oynadın! Suları kirlettin! Havayı bozdun! Savaşlar çıkardın! Kan akıttın! Ne insan kanına doydun ne de bizimkine!.." gibi nefret cümleleri geçirdim. Sanki içimden geçenleri anlamışçasına umursamaz bir gülümseme ile başını diğer kafeslere çevirdi.

Özgürlüğümüzü kaybedeli tamı tamına iki hafta olmuştu. Tehlikeli tür, nöbetleşe kalıyordu. İlk hafta mavi gözlü olan kalmış ve bir sürü tavşanı yok etmişti! İkinci hafta kahve renkli nöbetçi olmuş ve o da bir sürü geyiğin icabına bakmıştı. Bu hafta üçüncü haftaydı ve nöbet sırası ela gözlüdeydi. Kafeslerde hala bir sürü hayvan vardı. Bana sıra gelir miydi bilmiyorum ama sanki benim icabıma ela gözlü bakacaktı.

Derken kör edici ışıklar açıldı ve ela gözlü, yavaş adımlarla içeri girdi. Diğerleri gibi üzerine kanlı gömlek giymemişti. Elinde kesici bir alet de yoktu. Alabildiğine rahat tavırlarla gelip bütün kafeslerin kapılarını açtı. Hayvanlar o kadar korkmuşlardı ki kapıları açık olduğu halde hiç biri yerinden kımıldamıyordu. En son benim kapıma geldi. Gülümseyerek bana baktı ve sonra usulca kapımı açtı. Ardından seri adımlarla yürüyerek paslı demir kapıyı açtı ve 'Kaçın! Kurtarın kendinizi!' diye bağırdı. Bütün hayvanlar koşmaya başladılar.

En son ben çıktım. Çıkarken göz göze geldik. Elini uzatarak tüylerimi okşadı ve sonra acele etmemi ister gibi telaşlı hareketler yaptı. Hiç durmadan saatlerce koştum. Kendimi güvende hissettiğim bir tepeye vardığımda güneş henüz doğuyordu. Güneş sanki ela bir renge bürünmüştü bu sabah. Kendimi uykunun kollarına bırakırken dünyada hala iyi insanların yaşıyor olmasına sevinmiştim. Galiba iyiler oldukça;

'Güneş yarın da doğacaktı...'

*** 

Bizim Hikayemiz (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin