Kayıp eşya ve kıyafet odasında bulduğum siyah kazağı üzerime geçirdikten sonra Gaye'nin koluna girerek bahçeye doğru ilerledik...
Bahçe bugün farklıydı. Gülümseyen insanlar, şakalaşan arkadaşlar ve öğrencileri ile sohbet eden öğretmenler yoktu... Bahçe, adeta ölüm sessizliğine bürünmüştü.
Sınıfımızın bulunduğu sıraya doğru ilerledim. Bir öğrencinin kahverengi bir sepet içerisinde dağıttı, "Soma" adlı küçük kağıdı bir iğne yardımı ile kalp hizama doğru yerleştirdim. Bugün Türkiye olarak birlikteydik.
Sıramızın ortalarına doğru yerleşirken, müdürümüz kürsünün kenarına doğru yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Müdürün üzerine giydiği siyah ceket ve siyah keten pantalon ile her birimiz kadar duyarlı olduğunu gösteriyordu.
Beden öğretmenimiz, Bahattin Hoca'nın elindeki mikronu alarak yavaşça dudaklarına götürdü.
"Duygulandırdınız.... Siz, bu kadar büyüdünüz mü?" Mikronu çene kemiğinin biraz daha altında getirerek, bütün öğrencilere sevgi dolu baktı.
"Gösterdiğiniz hassasiyet ve birlik beraberlik beni gerçekten duygulandırdı. Hepinize ayrı teşekkür ederim, çocuklar. Şimdi... Beden öğretmeniniz ve müzik öğretmeninizin eşliğinde üç dakikalık saygı duruşu ve ardından istiklal maarşı okunacak." Müdür, titrek ellerindeki siyah mikrofonu, Bahattin Hoca'ya uzattı.
"Rahat!"
"Üç dakikalık saygı duruşu ile hazır ol!"
Üçüncü dakikanın sonunda, müzik öğretmenimiz Aylin Hoca, kürsünün önüne gelerek, ellerini havaya kaldırdı ve İstiklal Maarş'ı okunmaya başladı.
Belki hayatımda nadir gördüğüm en yüksek sesli ve en acı dolu maarşı bu...
****
Yarım saat ara ile tekrar gözlerim doluyordu ardından da hızla oluşan göz yaşları... Elimin tersi ile göz yaşlarımı sildikten sonra kanalı değiştirdim. Farklı kanal, aynı haber, daha fazla acı ve artan şehitlerimiz... Ağlayan anne ve babalar gördükçe içim parçalanıyordu. Son iki gündür Cennet'in kalabalık olduğunu düşünüyorum.
"Mahmut çıktı mı? Mahmut çıkamadı! Beni bırakın... Onu alın, ben bekarım. Onun karısı hamile." Göz yaşlarım, yanaklarımın kenarından yavaş hareketlerle akıp boynumda buluşuyordu. En sonunda boğazımda düğüm olan acıyı serbest bıraktım ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Allah'ım sen ailelerine sabır ver... Allah onların yardımcıları olsun.
Ben, Soma'ya hiç gitmemiştim... Benim, Soma'da akrabam yoktu... Ben, orada yaşayan insanların hiçbirini tanımıyordum ve o insanlar kadar üzüntülü olamazdım. Fakat... Gözlerimin altındaki hafif şişlik, burnumun şiddetli bir şekilde akması ve başımda oluşan okkalı bir ağrı büyük bir üzüntünün göstergesiydi. İçimizde en gaddar olanlarımız, vicdanımızdan yoksun olanlarımızın bile üzüleceği bir olaydı belkide...
282 Şehit... Dile bile kolay olmayan bir cümle...
Bakışlarımı tekrar televizyona çevirdim. Birkaç saniye sonra suratıma hafif bir tebessüm oluştu. Bir maadenci kurtulmuştu! İnşallah devamı, daha çok devamı gelir diyerek baktım televizyona.
Maadenci ambulansa çıktıktan sonra, sedyenin üzerine oturtuldu. Tam uzanacağı sırada, çizmelerine ufak bir bakış attı.
"Çizmeleri çıkarayım mı?"
"Gerek yok, çıkarma."
"Çıkarayım, sedye kirlenir..."
"Olsun, bir şey olmaz." Çenemde hafifçe bir titreme, ardından hızla ve güçlü bir şekilde ağlama krizi. Oysaki o çizmeler, dünyadaki en temiz şeydi.
TÜRKİYE BUGÜNÜ UNUTMAZ!
TÜRKİYE/MANİSA/SOMA 14 MAYIS 2014
NOT: Eğer ileride inşallah bu hikaye kitap haline getirilirse, unutturmamak adıyla yazdım.
***
Bir diğer not: KESİNLİKLE BAHANE DEĞİL. Cidden bu kadar üzüldüğüm için mi yoksa ilham gelmediği için mi bilemiyorum fakat mizah yazamıyorum. 3-4 gün içerisinde geleceğine dair söz verebilirim ancak... Lütfen anlayışla karşılayın. Ben masumların ne şekilde olursa olsun ölmesine dayanamıyorum. Bu konuda çok hassasım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yav, he he (He, sen çok biliyon'un devamı)
Teen Fictionİçine attıklarını yazı yolu ile dışarıya vurmaya çalışan müptela insan... Mizah, aşk, geçlik, adrenalin... Mizah demiş miydim? Lise hayatı onca yıl hayal ettiklerinden farklı mı? -Sende bendensin. "Ben konuşmana dek Türk Alfabesi'nin hiçbir...