Kadının ana dili Türkçe değil gibiydi. S.A.E.R.C. ne halttı, işin açıkçası çok da umrumda değildi. 'Burak burada mı diye sordum.'
Kadın 'Hayır' diye cevap verdi. Bana bulunduğum tesisi açıklamaya girişti ama ben doğru düzgün dinlemiyordum.
'Şimdilik odan ve bulunduğun yer pek konforlu sayılmaz. Bunun için özür dileriz. Şimdi sana etrafı gezdireceğim. Senin gibi iki Türk daha var. Burada her ülkeden her kültürden arkadaşların olacak. Aramızda İngilizce konuşuyoruz. Sen de zaman içinde pratik yapar geliştirirsin. Sana çok daha güzel bir oda vereceğiz. Ama önce birşeyleri kontrol altına almamız lazım. Geçen sefer olanlardan sonra..'
Kadın neler olduğunu biliyordu. Burak'a ne oldu diye soramıyordum çünkü vereceği cevaptan ölesiye korkuyordum.
Kapıdan dışarı çıktık ve etrafı gezmeye başladık. Hapishane öğrenci yurdu karışımı birşeydi. Bana daha çok hapishane gibi gelmişti. Adam öldürdüğüm için beni buraya tıkmış olmalılar. Bileklerimde de palangalar.. Hakediyordum. Başıma gelecek herşeyi hakediyordum. Etrafta benim gibi bir sürü genç vardı. Çoğunlukta benimki gibi bileklikler yoktu. Yemekhane, TV odası, kapısında görevlilerin bulunduğu spor odası ve sonunda açık alana geldiğimizde şartları biraz daha iyi olan bir hapishanede olduğumdan emin oldum. Bulunduğumuz alanın çevresi yüksek duvarlarla çevriliydi.'Tesisimizde olası problemleri önleme amacıyla yüksek teknolojili güvenlik sistemi mevcut. Her yer elektrik sistemi ve güvenlik kameralarıyla dolu. Heryer! Merak etme kız odalarına bayanlar bakıyor.'
Mükemmel kendimi gayet çıplak hissediyorum artık. İstesem hepsini haklar buradan rahatlıkla kaçarım. Benim neler yapabildiğimden haberleri var mıydı acaba? Bir anda aklıma birşey geldi. Benim gibi özel yetenekleri olan kişileri buraya toplamış olabilirler miydi? İzleniyormuş gibi garip bir hisse kapıldım. Ani bir dürtüyle arkama baktığımda üzerimde bir çift göz gördüm. Burak'a benzeyen ama yeşil gözlü bir çocuktu bu. Aslında dükkatli bakınca Burakla alakası olmadığını farkettim. Şu an kim olsa Burak'a benzetme eğilimindeyim.
'Merhaba çocuklar. İlayda bunlar diğer Türkler. Bu Mert' Dikkatli bakan çocuk başını salladı.
'Bu da Cenk' En az benim kadar perişan olan Cenk kafasını bile sallamadı.
'Sanırım kendi dilinizi konuşarak alışmanız çok daha kolay olacak. Ben sizi yalnız bırakayım. Kendinize dikkat edin ve günün keyfini çıkarın' Neyin keyfini çıkaracaktık. Çevremde insanlar, beton ve tepede buluttan başka hiçbirşey yoktu. Hapistik! Arkasını döndü ve uzaklaştı. Her dilden çevirmen mi tutmuşlardı? İyi de bu düşünce bir anda kafamda nasıl oluşmuştu. Bana verdikleri ilaçlar yüzünden kafamda ilginç kurgular oluşmaya başlıyor sanırım.
Mert konuşmaya başladı 'Bir aydır buradayım. Cenk seninle hemen hemen aynı zamanlarda geldi.' Bu çocuk çok derin bakıyordu. Evet bakışları çok etkileyiciydi. Hiç gülümsemiyordu. O da benim gibi derin acılar içinde gibiydi. 'Kusura bakma pek konuşkan değilimdir normalde. Seni rahatlatmak için konuşmaya çabalıyorum. Cenk çok daha konuşkandır.'
Cenk Mert'e dönüp tepkiden yoksun bir şekilde 'İyi de konuşkan olduğumu nereden biliyorsun. Yeni tanıştık ve bana verilen lanet uyuşturucular yüzünden konuşmaya halim yok.' dedi şaşırtıcı bir hızla.
Benim ise cümle kuracak halim yoktu. 'Mükemmel. Şimdi izin verirseniz ben gidiyorum' dedim. Odama kapandım ve yatağa yüzükoyun yatıp ağlamaya başladım. Bir süre sonra ağlamam, hıçkırıklara dönüştü. Hissettiğim şey suçluluktu. Daha önce böyle birşey hissetmemiştim. Kendimden nefret ediyordum. Bir anda anlamsız bir halsizlik çöktü ve uyumuşum.
Sabah güneşin doğuşuyla uyanmıştım. Hesap ettiğime göre saatlerce uyumuştum. Yemek de yememiştim ama umrumda değildi, acıkmıyordum bile. Kalbimin ortasında taş var gibiydi. Gözlerimden ne zaman durduk yere yaşlar gelse ve ufaktan hıçkırıklar gelse nefes alamıyor gibi oluyordum. Koridorun ortasında ağlamaya devam ederek yürüyerek rezil olmaktan çekinmeden bahçeye çıktım. Zaten etrafta kimseler de yoktu. Ne kadar süre aynı yerde oturarak bekledim bilmiyorum. Beynimin içinde hiç düşünce kalmamıştı. Bomboştu. Mert'in sesiyle kendime geldim.'Hadi İlayda birşeyler yemen lazım. Böyle bir yere ulaşamazsın.' Tepki vermediğimi farkedince kolumdan tuttu. Beni bir süre sürükleyince 'Bırak kolumu canım istemiyor' dedim.
'Hadi İlayda hem bak seni yeni birileriyle tanıştıracağım. Hadi ama beni ve Cenk'i yalnız mı bırakacaksın?'
Yemekhaneye geldik. Mert epey yardımsever birine benziyordu. Bana kahvaltı hazırlayıp önüme koydu. Kahvaltıda da abidik gubidik ezmeler ve ekmek vardı. Cenk ve bebek yüzlü bir çocuğun karşısına oturduk. Cenk epey sinirli görünüyordu. Mert ingilizce olarak beni yabancı olduğunu anladığım çocukla tanıştırdı. Adı Robertoymuş. Başka zaman olsa İngilizcemi geliştirmek için
konuşmaya çalışırdım. Ama şu an beynim işe yarar bir İngilizce üretecek kadar bile çalışmıyordu. O da pek konuşkan değildi. Tanrım burada herkes benim gibi miydi?Dün bana etrafı gezdiren ve kendini tanıtmayan kadın geldi. Beni kenara çekti. Benim hasta olduğum ve yarın bir tedaviye başlayacağımı söyledi.
Umarsızca kafamı sallayıp 'Harika' dedim. Üzerimde deney yapacaklardı! Yine beynimde bir anda düşünce belirmişti. Doğru olsa da umrumda değildi.
Buradaki kaç kişi arkadaşlarına zarar vermiş olabilirdi ki? Ben herşeyi hakediyordum. Buradaki en lanet olası canavar benim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yenilmez
FantasyTek derdim yeni okuluma ve insanlara alışmakken bir gün herkesten farklı bir yeteneğimin olduğunu keşfettim. Artık parmağımı bile kaldırmadan temizlik yapabilecek olmam ya da okuldaki zorbaların kıçına tekmeyi basabilecek olmam iyi haberdi. Ancak di...