Mert sabahın 7'sinde kapımı çalarak beni uyandırmıştı. Fazla süslenmeme gerek yoktu. Dağa çıkmak için efor ve güneşe dayanıklı bir hale gelmem yetecekti. Kahvaltı için henüz diğer turistler uyanmamıştı. Çok vakit kaybetmeden yola çıktık. Çantamıza birer sandiviç koymamız yetti. Su için boş bir şişe almamız yetecekti tabi, yeteneğim sayesinde kilolarca su taşımamıza gerek kalmayacaktı.
Köylülerin gösterdiği yoldan girdikten ve ekili tarlaları geçtikten sonra tırmanmaya başladık. Ve dağ yoluna gelene kadar 2 saat boyunca tırmandık. Malesef dağ yoluna geldiğimizde tırmanış bitmemişti ancak en azından artık daha güvenli bir yoldan gidiyorduk ve kayma, düşme riskimiz daha azdı. Birkaç tane daha yürüyüşçüyle karşılaştık. Meğer tepede antik bir kentin kalıntıları varmış. Cennet ülkemin taşı toprağı tarih kokuyordu.
Zirveye geldiğimiz de muhteşem manzaraya doğru inerken bir klube gördük. Mert beni durdurdu. 'Burası. Orada biri var.' dedi. Korkusuzca klübeye vardık ve kapıyı çaldık. İçeriden çıkan saçları keçeleşmiş adam uyku mamuru gibi görünüyordu. Selamlaşıp bir iki laf ettikten sonra Mert konuya girdi.
'Sizin yardımcı olabileceğinizi söylediler. Biz meditasyon öğrenmek istiyoruz. Kafamızın içi çok dolu olduğu için şehirde yaşarken bunalımda oluyoruz hep. Enerjimiz yüksek diyelim. Ama şehir şartlarından dolayı enerjimizi hep içimizde saklamak zorunda kalıyoruz. İçimizdeki enerjimizi kontrol etmeyi öğrenmek istiyoruz.'dedi. Tam olarak anlatmıştı aslında. Adam bizi inceleyen gözlerle baktı.
'Sizi çok iyi anlıyorum.'dedi. Gerçek anlamda anladığını sanmıyorum ama. 'Buyrun oturun' dedi. Önümüze yere çömeldi. Hareketleri çok sakindi. Pipo gibi uzun borulu bir şey yaktı ve uzun uzun dumanı içine çekti.
'Gözlerinizi kapatın ve doğayı dinleyin. Düşüncelerinizden sıyrılın' dedi. Bir süre aklıma gelen düşüncelerle savaştım onları kafamdan tekmeleyerek uzaklaştırmaya çalıştım. Bir süre sonra doğadaki tüm sesleri çok daha yüksek duymaya başladım. Kuş cıvıltılarının içine girdim. Ve sanki öten kuşlardan biriymişim gibi hayal ettim. Sonra uçtuğumu.. Çan sesi gibi birşey duydum. Dong sesi uzayıp gidiyordu. Merak edip gözümü açtım. Adamın elinde bakır bir kap ve tokmak vardı. Daha çok sarımsak ezmeye yarıyor gibi görünüyordu. Hemen yine gözümü kapattım.
Adam doğanın bir parçası olduğumuzu fakat insanoğlu olarak doğayla uyumsuz yaşadığımız için kendi kendimizi tükettiğimizi söyledi. Kendi özgürlüğümüzü bile kısıtlıyorduk. Toplu ve konforlu yaşamanın getirdikleri değildi aslında yaşadıklarımız. Yine sabahtan akşama çalışıp hizmet etmek zorunda kalıyorduk. Bunun için doğadan kendimizi soyutlayarak hata yapmıştık. Asıl yaşadığımız dünyayı mahvetmiştik. Gerçekte neye ihtiyacımız olduğunu bile çoktan unutmuştuk.
Adam sakin ve rahatlatıcı konuşuyordu. O kadar rahatlamıştım ki neredeyse kendimi normal bir şehir insanı sanmıştım. Aklımın başına gelmesiyle içimi kaplayan kara bulutlara engel olamadım. Benim doğaüstü yeteneklerim de vardı. Doğallığın epey uzağındaydım. Hatta şehir insanları bile daha doğaldı bana göre.
Mert'le geri dönerken bardağın dolu tarafını görmeye çalıştık. Aslında sorunumuz normal şehir insanından farklı değildi. Biz de onlar gibi doğal yaşamımızdan uzaklaşmıştık. Tüm sebep buydu. Bundan sonra güçlerimizi kontrol etmek için sakince oturup, gözlerimizi kapatıp kendimizi doğaya vermeye karar verdik.
Bu bölümler tam otantik yaz tatili havasında oldu. Yaz tatilinin başlangıcına denk gelmesi de çok iyi oldu. Umarım sizi tatil havasına sokmaya biraz yardımcı olur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yenilmez
FantasyTek derdim yeni okuluma ve insanlara alışmakken bir gün herkesten farklı bir yeteneğimin olduğunu keşfettim. Artık parmağımı bile kaldırmadan temizlik yapabilecek olmam ya da okuldaki zorbaların kıçına tekmeyi basabilecek olmam iyi haberdi. Ancak di...