Diğer herkes gibi alarmın sesiyle uyanan biri değilim. Alarmı 7'ye kurduysam 6.58'de kendiliğimden uyanırım. Sıradan bir sabaha uyanmıştım o gün de. Sabah çok erkenden hastaneye yola koyulacak, acil servis ve ambulans içindeki yoğun iş tempoma gömülecektim.
'Bakalım bugün kaç kişinin canını kurtaracaktık?' diye merak içindeydim her sabahki gibi. Evden çıkıp gürültülü trafiğe çıktım. Herkesin para kazanma telaşı çoktan başlamış insanların ruhu uyanmadan bedenleri çoktan ayaklanmıştı. Hastaneye geldiğimde insanlar yumuş yumuş gözleriyle etrafa saf saf bakarak enerji toplamaya çalışıyorlardı. Herkesle mesafemi koruyarak muhabbetimi kurmuş saygı çerçevesinde bir takım fikir alışverişlerine başlamıştım.
İki tane çok şık takım elbiseli adam geçti. Hastane personeli değildi. Halen kimse hareketlenmediğine göre teftişe gelen kişiler de değildi. Muhtemelen gece nöbetinde gelmiş hastalardan birinin yakınlarıydı. Gözlerimi onlardan ayırmadan bardağıma sıcak su dolduruyordum ki bir tanesinin tam önümdeki iş arkadaşıma yanaştığını farkettim. Arkadaşımı tutuyor gibiydi. Tamamen cansız kalmış bedenini!
Tam bana doğru başlarını çevirecekleri sırada kan kontrolü yaptım. Yapmasaydım beni de arkadaşım gibi bayıltacaklardı. Göz bebeklerini bile kımıldatamıyorlardı. Etraftaki koşuşturmaca içinde insanlar, ne kılları bile kıpırdamayan iki adamı ne de bayılıp bir köşeye yavaşça yayılan iş arkadaşlarını farketmişlerdi. Kontrolü kaybedene kadar uzaklaşmalıydım. Hastane güvenliğine haber versem? Ya onlara da zarar verirlerse? Sonuçta ne olduklarını ne yapabileceklerini hiç bilmiyordum. Koşarak uzaklaştım ve ana caddeden geçen ilk otobüse nereye gittiğine bakmadan bindim. Uzaklaşana kadar hastane bahçesine baktım ama o ikisini göremedim. Umarım izimi kaybettirmişimdir.
Çantam herşeyim iş yerinde kalmıştı. Çok salaklık etmiştik bu sefer. İşin zannettiğimizden daha büyük olduğunu anlamalıydık. İşin kötüsü muhtemelen buradaki hayatımız bitmişti. Şimdi yeni bir yerde hayat kurmamız gerekecekti.
Kafamı toplayıp bir plan yapmalıydım. Öncelikle Miracle takımını bulmam gerekiyordu. Telefon rica edebileceğim bir yere gittim. Mert'i aradım ama telefonu kapalıydı. Bu kötüydü. Beni arasalar açmayacaktım ama Mert'in telefonu neden kapalıydı? Yakalanmış olabilir mi?
Eve gitmeye karar verdim. Ancak evin olduğu semte ulaştığımda bunun kötü bir fikir olduğuna karar verdim. Kesin evi de biliyorlardı ve eve girersem kesin yakalanırdım. Küçük bir serçe garip bir davranış sergileyerek kafamın tepesine konup beni gagalamaya başladı. Bu Lee olmalıydı. Elimle onu kovalayıp 'Tamam yol göster peşinden geliyorum.' dedim. Umarım kuşla konuştuğumu kimse görmemiştir.
Uzun bir süre yürüyüp yorulduktan sonra Lee'ye bir parkta ulaştım. Gerçekten kaç cadde geçmiştim saymadım ama spor yaparken bile bu kadar koşmuyordum. Lee de aynı tarz takım elbiseli adamlarla üniversitede karşılaşmıştı. Lee'yi silahla rehin aldıkları yer şans eseri bir pirana akvaryumunun yanıymış. Pirana çıldırıp akvaryumun tepesinden adama atlayınca Lee adama ne olduğuna bakmadan kaçmış. Sonra da hepimizin çalıştığı yer ve eve haberci serçeler yerleştirmiş. Ancak kuşlar benim dışımda kimseye rastlamamıştı.
Eve girmemem isabet olmuştu çünkü evde takım elbiseli adamlar bizi beklemektelerdi. Belki de henüz çıkmayan bizimkilerden bir kısmını evden bile toplamış olabilirlerdi. Lee evde tek başına kalmış olan Ed için de endişeleniyordu. Lee ve ben buluşmuştuk ancak diğerlerine de ulaşmak zorundaydık.
Lusid rüya ile zihin bağlantısı kurma çalışmalarımız yarıda kalmıştı. Ama denemekten başka bir çaremiz yoktu. Niyetli uykuya dalarsak belki Mert bize ulaşabilirdi. Şimdilik en önemli problem nerede uykuya dalacağımızdı. En yakın metro tüneli girişine yöneldik. En uzak banliyoya kadar metroyla gidecek bu şekilde metronun içinde uykuya dalacaktık. Neredeyse okula giderken her sabah yaptığımız şeydi metroda uyumak. Alışkın olduğum için uykuya dalmakta zorlanmadım.
Rüyamda yine ambulansta bir hasta ile uğraşıyordum. Çok kötü bir durumdaydı. Kan kontrolü yapmaya çalışıyordum ancak gücüm işe yaramıyordu. Çok çaresiz kalmıştım. Bir anda sedyedeki hasta capacanlı doğruldu. Mertti bu. Doğru ya Mert'e ulaşmak amaçlı uyumuştum. Mert elimi tuttu anında sahne değişti. Her zaman takıldığımız kafenin arka sokağındaki kanalizasyon kapağını gösterdi.
Uyandığımda sondan bir önceki duraktaydık. Tekrar geri dönmemiz gerekecekti. Vakit kaybetmemeliydik. Hemen Lee'yi uyandırdım. Şaşkın uyandı.
'Rüyamda Ed'i görüyordum.' dedi. Rahatsız görünüyordu. Belli ki Ed'i merak ediyordu.
'Hadi nerede olduklarını biliyorum.' diyip çekiştirerek ters yöne giden metroya koşuşturduk. Aslında gösterdiği yer iğrenç bir yerdi. Umarım bilinçaltımın oyununa gelmemişimdir. Lee de gördüklerimden şüpheliydi. Ancak elimizde başka birşey yoktu. Bu durumda elimizde cep telefonlarımızın ışığıyla etrafta bizi garipseyenlerin bakışlarına aldırmadan kanalizasyona girdik.
Farelerin de yardımıyla yönümüzü bulup bir süre ilerledikten sonra gıdaklama gibi garip sesler duymaya başladık. Mert ile Cenk bir duvara yaslanmış bizi bekliyorlardı. Hemen Mert'in boynuna sarıldım. Garip sesler yanlarındaki bir adamdan geliyordu. Adam boş bakışlarla ellerini beline dayamış kollarını kanat gibi çırparak dizlerini hafifçe bükmüş başını ritmik hareketlerle bir öne bir geriye doğru hareket ettiriyor yerde birşeyler arıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yenilmez
FantasyTek derdim yeni okuluma ve insanlara alışmakken bir gün herkesten farklı bir yeteneğimin olduğunu keşfettim. Artık parmağımı bile kaldırmadan temizlik yapabilecek olmam ya da okuldaki zorbaların kıçına tekmeyi basabilecek olmam iyi haberdi. Ancak di...