Sunny
Nick'in ormandan bir türlü dönmemesine o kadar çok takılmıştım ki Lexi ve Joseph'i unutmuştum. Hava tamamen kararmıştı ama dönmemişlerdi.
Bugün herşey ters gidiyor gibiydi. Jade ormanda fenalaşmıştı. Daniel onu kucağında getirince bir an aklım çıktı. Yemek yemediği için başı dönmüştü belli ki. En azından bilinci yerindeydi. Bayan Mckenna Watson, Daniel'ın Jade'i eve götürebileceğini söyledi ve Lexi ile Joseph'i bulmak için arama ekibi oluşturmaya başladı. Israrlarıma rağmen gelmeme izin vermiyordu.
"Ne yapacağız?" diye sordu Nick. Profesör Watson geziye gelenleri evlerine yolladıktan sonra geriye ben ve Nick kalmıştık.
"Tabi ki Joseph ve Lexi'yi bulacağız," diyerek kararlı adımlarla Profesöre doğru ilerlemeye başladım.
"Profesör Watson, bende arama ekibinde olmalıyım. Lexi ve Joseph'i en az sizin kadar ben de bulmak istiyorum. Lütfen," diye yalvardım.
Profesör kararsızca iç çektikten sonra "Biliyorum," dedi. "Ama sizi de ormana yollayamam, hava da iyice karardı. Lütfen daha fazla ısrar etme." Küçük sırt çantasını sırtına aldıktan sonra Koç Tucker ve diğerleriyle beraber ormana daldılar.
Bay Archer Garcia arama ekibinin gözden kaybolmasını bekledikten sonra Nick ve benim yanıma gelip ölünesi mavi gözlerini bize çevirdi. "Hadi çocuklar, sizi evinize bırakayım."
Nick kolunu belime dolayarak bana destek oldu. Birlikte Bay Garcia'nın peşinden giderken o konuşmaya devam ediyordu. "Bayan Watson doğayla iletişim halinde. Nereden geçtiklerini, nerede durduklarını hissedebilir. Emin olun en kısa sürede bulunacaklardır."
Jip' in yanına geldiğimizde Bay Garcia bagajı açarak çantalarımızı yerleştirirken kendimi arka koltuklara attım. Nick çantasını yerleştirdikten sonra yanıma gelerek beni kendine çekti ve saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Merak etme, bulunacaklar. Ne kadar birbirlerinden nefret etseler de birbirlerini kollayacak kadar duyarlılar."
Yol boyunca camdan dışarıyı izlerken Nick'in söylediklerini düşündüm. İlk önce benim evime gelmiştik. Bay Garcia bagajdan çantamı çıkarırken Nick bana sarılarak yüzünü saçlarıma gömerken kulağıma "Pencereni kapatma," diye fısıldadı. Ayrılırken yanağını öpüp çantamı da alarak eve girdim.
Pijamalarımı giyerek yatağıma kıvrıldım. Nick'i beklerken göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı ki iki el belimden beni geriye doğru sert ve düz bir göğse çekti. Nick kollarını belime dolayarak enseme, boynuma minik öpücükler kondurmaya başladı. Öpücükleri bana ninni gibi geliyordu. Kısa bir süre sonra da etkisini gösterdi.
Lexi
Koşuyordum, koşuyordum ama uzaklaşamıyordum. Omzumun üstünden tekrar arkaya baktım.
Joseph ve Blair yatakta bayağı ateşli bir şekilde öpüşüyorlardı. Elleri birbirlerinin vücudunu keşfederken aynı zamanda birbirlerini soyuyorlardı. Her arkama bakışımda bozuk plak gibi aynı sahne tekrar sergileniyordu.
Daha fazla dayanamayarak yatağın yanına gittim ve Joseph'i kolundan çekip Blair'dan ayırdım. Joseph bana bakarken Blair sis gibi uçup yok oldu.
Joseph kolunu tuttuğum elimi kavrayarak büyük bir güçle çekti. Dengemi kaybederek yatağa düştüm ve anında üzerime çıktı. Boynumu sömürürken biraz önce Blair'ı öptüğü dudaklarının bana dokunmasını istemiyordum. Omuzlarından onu itmeye çalışsam da üzerinde ancak bir tüğ kadar etkim var gibiydi.
Bu arada elleri de boş durmuyordu. Beni soyup üzerimde sadece iç çamaşırlarımla kalınca son çare bağırmaya başladım.
"Hayır! Bırak beni!"
Rüyam tuzla buz olurken uzaktan gelen boğuk bir ses duydum. "Lexi. Sakin ol, sadece benim."
Joseph. Bana seslenen Joseph'di.
Göz kapaklarımı aralarken parlak ışıktan gözlerim kamaştı. Elimle gözlerimi ovuşturdum.
Joseph yataklara oturmuş, sakinleşmem için kolumu okşuyordu. Aynı zamanda kulübede Profesör Watson, Koç Tucker ve tanımadığım bir kaç kişi daha vardı. Hepsi de şüpheyle bana bakıyordu. Bende doğrulup oturdum ve Joseph'in elini kolumdan çektim. O da anlayışla benden uzaklaştı.
"İyiyseniz ve bir sorun yoksa artık gidelim çocuklar," dedi Profesör Watson.
Koç Tucker ve arama ekibi kulübeden çıkarken Profesör iyi olup olmadığımıza bakıyordu. Joseph yataktan kalkınca bende onu takip ettim. Montlarımızı giyerken Profesör de kulübeden çıktı.
"İyi misin?"
Joseph'e bakarken aklıma gördüğüm kabustaki anlar geldi ve bakışlarımı kaçırırken kısık bir sesle "Evet," dedim.
Ormandaki açıklık yerine direk arabaların yanına gittik. Eşyalarımı Koç Tucker'ın dağ aracına yerleştirecekken Joseph beni durdurdu.
"Koç, bizi aramak için çok yoruldunuz. Lexi'yi evine ben bıraksam olur mu?" diye sordu.
Koç kararsızdı belli ki çünkü uzun bir süre Profesör Watson ile bakıştılar. Sonunda Koç sadece başımı sallayarak onayladı. Joseph çantamı kaptığı gibi arabasına doğru yöneldi, tabi bende çaresiz arkasından.
Joseph arabayı ana yola doğru kırarken camdan Profesöre ve Koça el salladım. Issız araziyi geçip şehrin medeniyeti yansıtan ışıklarını gördüğümüzde Joseph tekrar "İyi misin?" diye sordu.
Bakışlarımı ön camdan Joseph'e çevirdim. Düz yolda önüne bakmasına gerek olmadığı için o da bana bakıyordu. Sorusunu cevaplamaktansa "Önüne bak," dedim.
Lafımı ikiletmeden önüne döndü ama beni sorgulamayı sürdürdü. "Ne olduğunu söyleyecek misin?"
"Birşey yok. İyiyim. Sadece biraz yorgunum," dedim sesimin normal çıkmasına uğraşarak. Arabada yalnız ikimiz vardık ve bu durum beni geriyordu.
"Daha yeni uykudan kalktın. Benden saklamaya çalışma, kabus gördüğünü biliyorum," dedi yüksek sesle. Belli ki sinirlenmişti.
Onu daha fazla sinirlendirmemek için itiraf ettim ama bir kısmını. "Evet, kabus gördüm." Ne gördüğümü sormadan devam ettim. "Kurtarılamayacağımızı gördüm ve bir ayının bizi yemeye çalıştığını."
"O ormanda ayı yaşamıyordu. Bunu benden daha iyi biliyorsun," diyerek yalanımı yakaladı.
Beynimi çalıştırarak iyi bir cevap bulmaya çalıştım. "Rüyalarda mantık aranmaz," dedim ancak bir kaç dakika sonra.
Beni yandan şöyle bir süzdü. "Neden bana doğruyu söylemiyorsun," diye sitem etti. Başımı tekrar ön cama çevirdim.
Joseph'in beyninde çalışan çarkları duyar gibiydim ve sonunda bir ampul yandı. "Kabusun benimle ilgiliydi değil mi?" diye sordu.
Ne ona döndüm ne de cevap verdim ama bu yaptığım sessiz bir kabullenişten başka bir şey değildi. Tahminimin aksine konuyu uzatmadı ve yolun geri kalanında hiç konuşmadık. Evimin önüne geldiğimizde ikimizde arabadan indik. Joseph bagajı açıp çantamı aldı ve bana uzattı. Çantayı alırken ellerimiz birbirine değdi ama tepkisiz kalarak "Görüşürüz," dedim ve arkamı dönerek eve girdim. Arkamdan kapıyı kapatırken derin bir nefes alarak bir süre içimde tuttum.
Antrenin ışığı yanınca bakışlarımı kaldırdım ve kimin geldiğine baktım. Babam elinde bir beysbol sopasıyla tetikte bekliyordu, annemse babamın arkasından bakmaya çalışıyordu. Beni gördüklerinde sakinleştiler. Annem babamın arkasından çıkarak gelip bana sarıldı. Babam da elindeki beysbol sopasını bırakarak ikimizi de kollarının arasına alarak sarıldı.
Sağ salim eve döndüğüm için hissettikleri huzurun bir kısmını içime çekerek ormanda yaşananların bir kısmını unutmaya çalıştım.
Biraz kısa oldu gibi ama sonraki bölümlerde telafi edeceğim.
Bu bölümde ona bölüm ithaf etmediğim için bana küsen benim de üç bölüm ithaf etmeye söz verdiğim Gamze'ye geliyor.
Bu arada Doğum Günün Kutlu Olsun Dilek :D Seni çok seviyorum xo.
Yeni bölümde görüşmek üzere...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyülü Sırlar
FantasyHerkes geleceğinin hayalini kurar ve nasıl olacağını bilmek ister. Ben rüyalarımda hep görüyorum. Geçmişi ve geleceği. Hepsi birer kehanet. Güçlerinizin olması güzeldir, tabi size öldüğünüzü söylemiyorlarsa.