Gergin olduğum anlarda bacaklarım otomatikman titremeye başlardı ve şu an tırnaklarımı dudaklarımın arasına sıkıştırmış, halı desenlerini izlerken içinde bulunduğum durum katlanılmazdı.
Merdivenlerden topuklu sesleri gelince gözlerimi hemen genç kadın silüetine diktim ve ne diyebileceğimi düşünmeye başladım. Bayan Jeon,yaşlı ve yorgun bakışlarını üzerimde gezdirdikten sonra karşımdaki koltuğa oturmuştu.
"Tanrım..." derin bir nefes aldı ve dolan gözlerini saklamaya çalışmadan öylece gözlerime dikti. Bayan Jeon'u kendimi bildim bileli tanıyordum. Hatırladığım en eski şeylerden biri onun tarçınlı kurabiyeleri bile olabilirdi. Benim için annemin arkadaşı gibi değildi, genç yaşından ve güzel,genç görüntüsünden dolayı onu her zaman en yakın arkadaşlarımdan görmüştüm. İlk kalp kırığımda annem, Bayan Jeon ve Hwa Yon etrafımda çember oluşturmuş, tüm gece beni güldürmeye çalışmışlardı. Bu üç kadın benim için önemliydi.
"Nasıl böyle bir şey yapar aklım almıyor, Yeon."
Gözyaşlarını peçeteyle sildikten sonra dizlerine yasladığı kollarını kaldırdı ve elleriyle yüzünü sakladı. Hemencik yanına oturdum ve kollarımı ona sardım. Bayan Jeon benim için ikinci bir anne gibiydi. Bu halleri canımı yakıyordu.
"Bugün okulda bir şey mi oldu?" Dedi sakinleştirmeye çalıştığı hıçkırıklarının arasından.
Başımı aceleyle olumsuz anlamda salladım. "Gayet iyiydi."
Kesik bir nefesin ardından anlarcasına başını salladı.
"Ah..Neden olduğunu biliyorum. Babası..-"
"Anne?" Eun, ürkek bakışlarıyla mutfak kapısının önünde belirdiğinde Bayan Jeon sustu ve ıslak yanaklarını silerek Eun'a genişce gülümsedi. Eun, annesinin kucağına atlarken iç geçirdim.
"Ah..Annen merak etmiştir. Git ve ona bir şey olmadığını söyle, meraklanmasın." Dediğinde başımı salladım ve Eun'un yanağına öpücük kondurup, büyük holden geçtim ve kapıyı açtım.
Hava kararmaya başlamıştı, hafif bir rüzgar esiyordu. Kapıyı arkamdan kapattım ve geniş bahçeden çıkıp, Jungkook'un penceresine baktım. Pencereye yaslanmış gökyüzünü izliyordu ve beni görünce bakışlarındaki yoğunluk kaybolmuş, yerini yine beni üşüten buz küpler almıştı. Sinirle başımı iki yana salladım ve eve doğru yürümeye başladım.
Aptal olan bendim. Benden nefret ediyordu, hayatını kurtarmış olsam bile nefret ediyordu benden. Yine de onu kurtardığım için mutluydum.
+
"Kraliçe arım!"
Hae Won her zaman ki gibi kantinde koşturarak üstüme gelirken geriye kaçmak için bir iki adım atmıştım fakat ayaklarım birbirine dolaşmış, her gün ki gibi yeri öpecekken kolumun bir anda tutulmasıyla canım kıçımı kurtarmıştım.
Tanıdık koku ve enseme çarpan yumuşak saç tellerinin sahibini biliyordum. Bu yüzden telaş yapmadan onu ittim ve tek kaşımı kaldırarak dün intihara kalkışan o değilmiş gibi okula gelen Jungkook'a baktım. Bu çocuğun hafiften delirdiğini düşünüyordum.
"Şunu bilmelisin ki kıçım hayatından önemli yani sayılmaz."
Diye dikleştiğimde sabit bakışlarla beni yedin yedi kat altına soktuğunu hissettim. Hayatını kurtardığımı hatırlatmıştım fakat onun umurunda bile değildi. Gözleri aşağıya doğru yol alırken irice açılmış gözlerimle ona bakıyordum.
"Aynı fikirde değilim."
Deyip, yanımdan geçerken sinirle tısladım. Bildiğin senin tampon iş görmez demişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruins /jungkook
FanfictionSonrasında onu kurtarmaya bu kadar şükredeceğimi hiç tahmin etmemiştim. ByArisa