Vücudumun gittikçe soğuğun içinde mayıştığını ve uykumun geldiğini hissediyordum. Bir gün olmuş gibime geliyordu. Beni buraya tıkmalarının ve yemek,su için bile gelmeden fare gibi bu kapana atmalarından bir gün geçmiş gibiydi. Polise haber vermişler miydi? Yokluğumu fark ettiklerini biliyordum fakat hiçbir şey yapmıyorlarmış gibime geliyordu.
Son haftalarda gittikçe yıprandığımı ve buruşmuş bir kağıt parçası gibi katlandığımı hissediyordum. Bedenim,soğuğun içinde alevli serzenişler geçiriyor, göz kapaklarım kapanmamak için direniyordu. Açlık hissetmiyordum fakat sürekli yaladığım kuru dudaklarımdan susadığımı anlamıştım.
Filmlerde kaçıran kötü adamlar yemek,su hiç değilse işkence için geliyorlardı fakat beni yerin yedi kat altına gömmüşler ve kimse bulamıyor diye düşünmeden edemiyordum. Bu soğukta istediğim en önemli şeylerden biri Jeon Jungkook sıcaklığıydı. Kimseye sarmadığı kollarını yine küçüklüğümüzdeki gibi vücudumda hissetmek istiyordum. Kalın bir battaniyeye değişmezdim kollarını. Bu adamdan çocukluğumdan beri hoşlandığımı, ilk aşkım olduğunu uzun zamandır biliyordum ama itiraf edemiyordum. İtiraf etsem bir şey değişmeyecekti. Soğumayacaktı benden çünkü zaten soğuktu, kollarına ters oranla.
Diğer ihtimali şu halde bile düşünemiyordum. Bana yaratıkmışım gibi davrandığından, bir gün sevgiyle bakacağını hayal dahi edemiyordum. Hayallerime bile buz küplerini sokmayı başarmıştı. Burada kaldığım süre boyunca en iyisi düşünmekti. Çelik kapıya ve duvarlara vurmaktan ellerim kan içinde kalmıştı, bağırmaktan ses tellerim kısılmıştı. Psikolojik şiddet falan uyguladıklarını düşünmeye başlamıştım ki bu ilk gündü. Kim bilir kaç gün daha kalacaktım burada. Açlığa, susuzluğa terk edilecektim ve yıllar sonra Jungkook arkeolog araştırmaları yaparken yerin yedi kat altında kemiklerimi bulacak, benim olduğunu bile anlamadan evde bekleyen altı kızıl kafa ve dişlek çocuğuna kemiklerimi götürüp, inceletecekti.
Kurduğum hayalle titredim ve iç geçirdim. Beynim en saçma düşünceleri bile mantık süzgecinden süzüp, önüme atarak delirmemi hızlandırıyordu. Annem ne yapmıştı? Muhtemelen kızları aramıştı ve götü tutuşan canım(!) Arkadaşlarım yalan söyleyip, bizimkilerle aramaya başlayacaktı. Jessie'nin ayaklarını kıçına vura vura Taehyung'a koştuğuna emindim. Tabii zaten beni kaçıranlar çok güvendiğim, aile yerine koyduğum yedi erkek değilse.
Vücudumun artık titremekten zemini deleceğini düşündüğüm de dudaklarımda ölümü andıran, soğuk ve alaylı bir gülümseme oluştu.
"Yanına geliyorum baba. Beni özlemediğini biliyorum."
Kısılmış sesimle zoraki konuştum. Belki yerin yedi kat altındaki cehennemde yanan babamın acı çığlıklarını dindirebilmiştir diye. Aklıma hayal meyal hatırladığım beş yaşımdaki atlı karıncalı müzik kutusu geldi. Altın kaplama atlarına dokunurken annemin ve babamın merakla ve heyecanla beni izlediğini hatırlıyordum. Atlı karıncanın çarkını döndürmeye başladığımda melodi,kulaklarımda uğultu şeklinde yankılanmıştı. Hafif ama uyku getiren atlı karıncanın sesine bakarken gözlerimin mayıştığını hatırlıyordum.
"Sanırım onu nasıl uyutacağımızı bulduk." Diyordu annem sevinçle. Çok zor uyuduğumu hatırlıyordum, sürekli kabus görüyordum. Korktuğum için de bir türlü uyuyamıyordum. Bundan üç yıl sonra Jungkook elinde tahta bir atla gelmişti. Avuca sığacak türdendi. Rüyalarımda gördüğüm siyah ve heybetli atları anlatırdım ona, kabuslarımı. Sürekli üstüme koştuklarını. Dedesinden tahta oymayı öğrendiğini ve ilk iş bana bu atı yaptığını söylemişti. Beyaza boyamıştı, siyah atlardan beni korusun diye. Sürekli avucumda o tahta beyaz at ile, yanı başımda babamın bana son hediyesi olan o müzik kutusuyla uyurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruins /jungkook
FanfictionSonrasında onu kurtarmaya bu kadar şükredeceğimi hiç tahmin etmemiştim. ByArisa