Jungkook aralık ve kızarmış dudaklarıyla şaşkınca bana bakarken yutkundum.
Mantığımın şu an yerine gelmesi kadar iğrenç bir şey yoktu. Madem bünyem bu kadar zayıftı ve sarhoştum; bu biraz daha süremez miydi? Şu an sarhoş numarası yapsam bile işe yarayacağını zannetmiyordum.
İçinde bulunduğumuz durum o kadar saçmaydı ki. Klozet kapağının üstünde oturuyordum, o ise diz çökmüş bir şekilde birbirine girmiş saçları, aralık dudakları ve birçok duyguyu barındıran gözleriyle karşımdaydı. Parmaklarım hala pürüzsüz beyaz tenindeydi. Boynundaki elim yavaş yavaş kucağıma doğru kayarken gözlerinin içine bakıyordum. Neden yaptığımı düşünüyordu. Onu tanımadığımı zannetse de tanıyordum, kahretsin ki biliyordum düşüncelerini,duygularını.
Bir anlığına indirdiği duvarlarını; göz kapaklarını kapatıp açarak, o yarım saniyede tekrar dikmişti önüme. Bütün duygularını silmişti koyu irislerinden. Aralık dudakları kapanmış, yayılmış kaşları gerilmişti yine. Her zaman baktığı gibi bakıyordu.
Ellerini bacaklarımın arasından geçirdi ve beni kucağına aldı. Düşmek üzere olan elim beni kucaklamasıyla tekrar sıkıca boynuna tutunmuştu.
"Bunu sonra konuşacağız." Diye mırıldandıktan sonra hafif aralık kapıyı ayağıyla sonuna kadar açtı ve dış kapıyı da beni tuttuğu eliyle hafifçe eğilip açtıktan sonra salona girmeden uzun koridorda hızlıca yürümeye başladı. Sinirlenmişti.
Bana mı yoksa kendine mi sinirlendiğini bilmiyordum, şu an nasıl gözüktüğüm hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Muhtemelen dağılmıştım. Gerçekten rezil bir durumdu. İlk öpücüğümü bu tavşan suratlıya vermiştim ve o bana karşılık vermemişti! Muhtemelen utancımdan onunla on yıl falan konuşamayacaktım. Okulun arkasında üst sınıflardan gözdesi olan kızı öperken pek bir zevk yaşıyordu. Aklıma gelen görüntülerle onu öpen dudaklarımı koparmak istedim. Kendimden iğreniyordum.
Gözlerim yavaş yavaş yorgunlukla kapanırken arabanın açılış sesini duydum ve ardından bedenimi soğuk rüzgâra bıraktı. Her ne kadar nefret etsem de Jeon Jungkook sıcaklığı diye bir terim vardı. Çocukluğumuzdan beri..Yağmur yağdığında, parkta soğuktan donmak üzereyken bana kollarını saran o sıcaklık, yıllar geçse ve aramıza buz duvarlar örse bile aynıydı. Birazcık daha sınırlarımı zorlayıp yüzsüzlük yapsam asla bırakmazdım kollarını. Parfüm kokusu benden uzaklaştığında burnumu kırıştırdım.
Rahatlıktan ve ayaklarımın uzanabilmesinden beni arka koltuğa yatırdığını anlamıştım. Fakat ne gözlerimi açabiliyor ne de ses çıkartabiliyordum. Hem utancımdandı hem de yorgunluğumdan.
Kendimi biraz olsun beni rahatlatan uykunun kollarına bırakırken yine o sıcak kolları aramıştım. Bir daha bana asla eskisi gibi sarılamayacağımı bilsem de, o sıcaklığı aramıştım.
+
Nefes nefese ve alnıma yapışmış terlerle uyandığımda komodinin üstündeki pet şişeye zar zor uzandım ve tek dikişte bütün suyu kafama diktim. Yine de bedenimin alev aldığını hissediyordum. Odamın penceresini aceleyle açtım ve soğuk, kış havası yüzüme tokat gibi çarpınca kendime gelebilmiştim.
Düzeltiyorum; daha çok dağıldım.
Dün olan şeyler ölmeden önce gözümün önünden geçen hayatımın film şeridi gibi geçerken gözlerimi sıkıca vurup, kafama yumruklar atmaya başladım.
"Aptal Yeon! Aptal Yeon!"
"Ben de ne zaman fark edeceksin diye bekliyordum."
Aramızda çok da bir mesafe olmayan karşı pencereden sırıtarak bana bakan şahs-ı gereksizi görünce sinirle iç geçirdim. Dumanı üstünde tüten kahvesi bir elinde, diğer elini çenesine yaslamıştı. Dün dağıldığı için hafif mor gözleri ve karışık saçlarıyla berbat görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ruins /jungkook
FanfictionSonrasında onu kurtarmaya bu kadar şükredeceğimi hiç tahmin etmemiştim. ByArisa