Bir çapkına yangınım...

305 22 120
                                    


- Böyle bildiğin başka şiirler de var mı?

Diye beklentiyle sorduğumda sadece gülümsemekle yetinmişti.
Pekala tek bildiği şiir
" Ben seni neden mi sevdim?" Olsa dahi az önce hayatımda onunla yaşadığım en romantik anlardan birini yasattirmisti bana...
Cevap vermeyince de bu kadarının bana kâfi geldiği kanaatine vardım.
Şayet ısrar etsem belki de bir daha hiç o dudaklardan şiir dinleyemeyecektim. Temkinli davranarak gülümseyerek dudaklarını öptüm. Birkaç saniye içinde geri çekilip çantamı bıraktığım yatağa doğru ilerleyerek telefonumu çıkardım. Bir an sonra bileğimden hafifçe çekilip elimden alınan telefonumla minik bir şok atlattım.
Arkama döndüğümde cep telefonum Azat'ın parmakları arasındaydı.Kıkırdayarak telefonuma doğru uzanırken benimle eş zamanlı olarak elini havaya doğru kaldırdı.

- Ne yapıyorsun Azat? Versene telefonumu.... Oyun mu oynuyoruz ne bu böyle?

- Önce konsepti aciklayayim sonra anliyacaksin zaten telefonunu niye aldığımı...

Merakla söylediklerini anlamaya uğraşırken telefonun peşini bırakmış kollarımı önümde birleştirerek şu gizemli "konsept" meselesini ondan dinlemeye koyulmuştum.

- Buyrun Azat Bey... Sizi dinliyorum.

Gözlerimi kısıp yüzüme hafif bir gülüş takindigimda telefonumu kıvrak bir hareketle arka cebine koyup önümde bağladığım ellerimi çözüp beni giyinme odasına doğru hafifçe cekistirdi. Yüzünde her zamanki çekici umarsız gülüş aklında binbir munzurlukla beni yine merak dolu bir maceraya sürüklüyordu.
Bense uça uça onun götürdüğü yere doğru gidiyordum.
Giyinme odasının kapısını açmadan hemen önce bana göz kırparak kapı koluna uzandı.
Kapı açıldığında sanırım zamanda yolculuğa çıkıyorduk.
Baştan aşağıya kocaman bir oda tamamiyle eski zaman tarzı giysilerle doldurulmuştu. İçeriye adım attığımda deyim yerindeyse ağzım beş karış açık kalmıştı.
Atmışlar mı desem yetmisler mi?
Hayır hayır seksenlerden de doksanlardan da kısaca iki binli yıllardan öncesine ait her kuşaktan gelmiş elbiseler asılmıştı dolaplara...
Yüzümü ona dönmeyi akıl edebildigimde duvara yaslanmış herzamanki güven dolu bakışlarıyla beni izliyordu.

- Bunlar ne Azat? Bunlar...

- Filiz Akın, Gülşen Bubikoğlu,Türkan Şoray,Emel Sayın,Ajda Pekkan,Hülya Koçyiğit,Füsun Önal... Aklına gelebilecek tim Yeşilçam filmlerinde kullanılmış kıyafetlerin aynısından... Bizzat o zamanın moda tasarımcıları tarafından dikildi.

Bu kadar sakin bir şekilde anlatması benim kalbimdeki çarpıntıya oranla fazlasıyla ters bir durdumdu. Elimi kalbimin üstüne götürüp adeta altın değerindeki kıyafetlere baktım. Hiçbiri hasar almamıştı. Belki bir kez en fazla birkaç kez giyilmiş aradan geçen onca zamana karşın hala yepyeni görünümleriyle hepsi benim giyinme odamda duruyordu.
Bense tam bir Yeşilçam hastasiydim. Belki yüz kez izlemiştim az önce saydığı isimlerin her filmini...
Ama onun...
Onun bunu bilmesi imkansızdı...
Gözlerimi tekrar odanın içerisinde gezdirip yüzümü tekrar ona doğru döndüm.

- Ben... Ben sana inanamıyorum... Sen bunu-

- Ayaklarını yerden kesecegimi söylerken, teklifini kabul edeceğini bildiğimden bahsederken ciddiydim.Şimdi hazırlanma vakti... Seni geçmişe götürüyorum hayatım...

Dediğinde gülüşüme engel olamadım. Ne demek istediğini hâlâ anlayamasam da gözlerimi alamadığım bu oda dünyada ailemden ve sevdiğim adamdan sonra bana verilmiş en güzel hediyeydi tartışmasız.
Kendi etrafimda yavaşça dönerek son bir kez daha baktım.

DERİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin