BSL -40-

6.3K 270 44
                                    



Kaşığı ağzına götürdüğü her defasında biraz daha yandı boğazı, biraz daha ağrıdı kalbi. Daha önce hiç böyle bir tepki görmemişti Boran'dan? Sahi amacı neydi bunun? Seviyor muydu, sevmiyor muydu? Ya da oynuyordu kızla. Evet evet kesinlikle oynuyordu. Miray onun umrunda falan değildi. Onun tek derdi kızın mutlu olamamasıydı.

Gözünden yanaklarına ve ardından çorbasının içine bir damla yaş süzüldü. Ardından tekrar. Tekrar ve tekrar. Kafasını kaldırıp karşısındaki manzaraya baktı. Yelda ve Boran az önceki halinden hiçbir şey kaybetmemiş hala gülüşerek konuşuyorlardı. Sahiden kendisi neden onun kadar rahat davranamıyordu ki? Geçseydi karşısına Turanla gülüşseydi saatlerce. Yapamıyordu işte. Ondan başka bir erkeğe o gözle bakamıyordu. Bu gidişle kesinlikle evlenemeyecekti.

Sinirden ve üzüntüden tırnaklarını avuçlarına geçirmişti ve bunun şimdi farkına varıyordu. Avuç içleri kanamış olmalıydı lakin şu anda kalbinde hissettiği sızı onu hissetmesine engel oluyordu.

"Miray..." dedi arkadaşı Sinem tedirgince. "Elin kanıyor."

O an dünyası başına yıkıldı sanki Boran'ın. Onun amacı kızı azıcıkta olsa kıskandırmaktı sadece. Sandalyesini devirecek bir hızla kalktı masadan ve karşı tarafa geçip kızın yanına geldi. Ellerinden yere doğru damlayan kanı görmesiyle içinden bir şeyler akıp gitti sanki. Genç kız tırnaklarını avuç içlerine geçirmiş, elini sıkı bir yumruk yapmıştı ve açmıyordu hiçbir şekilde.

"Miray, parmaklarını aç!" dedi hiddetle. Tepki vermedi kız, açmadı. Sımsıkı tuttu. Bunun üzerine tekrar konuştu Boran. "Yalvarıyorum aç parmaklarını." Dedi dolan gözleriyle. Resmen canı yanıyordu Miray'ın. Görüyordu ama bir şey yapamıyordu.

"Yanımdan git." Dedi kız çatallaşmış sesiyle. "İstemiyorum seni artık. Görmek istemiyorum. Uzak dur benden, ne olursun!" dedi ağlayarak.

Kızın kanlı ellerini umursamadan parmak boğumlarına öpücükler bıraktı, sonsuz sayıda. "Yalvarıyorum sana. Bana istediğini yap, vur, kır, parçala. Ama ne olursun kendine zarar verme. Aç şu yumruklarını Miray."

Miray inatla açmadı. En sonunda kızın parmaklarını zorlukla açtı ve yumruğunu genişletti. Miray geri kapatmak için diretse de izin vermedi. Kızın önünde diz çökmüştü, Miray sandalyedeydi. Kafasını kızın dizlerine gömdü ve kendisi de ağladı. Yine hata yapmıştı. Yine kaş yapacağım derken göz çıkarmıştı. Miray ne kadar çekmeye çalışsa da ellerini müsaade etmedi. Tuttu, sıkı sıkı. Kafasını kaldırıp ağlamaktan kıpkırmızı olmuş o gözlere baktı. Her seferinde biraz daha acı yüklüyordu bu gözlere. Biraz daha yaşama sevincini alıyordu kızın elinden. Farkındaydı, ona zarar veriyordu. Ama kopamıyordu ondan, o olmayınca da sanki kendisinin yaşama sevinci alınıyordu. Artık kendi yaşama sevincini hiçe sayma vakti gelmişti belki de. Onun mutluluğuyla kendisini avutma vakti gelmişte geçiyordu bile. Kendi mutluluğunun bir ehemmiyeti yoktu artık. Hem Miray mutlu olsa, onu gülerken görse kendisi de mutlu olmaz mıydı? Onun gülüşü gecesini aydınlatmaz mıydı? O gülsündü, kendisi görmese de gülsündü. O bir yerlerde Miray'ın mutlu olduğunu düşünerekte pek tabi mutlu olurdu. Şimdi bunları düşünmenin ne vakti, ne yeriydi. Kızın eli kanamaya devam ediyordu. Onu hastaneye götürmeliydi. Tam harekete geçeceği sırada kendisinden önce davranan Turan oldu.

"Miray seni hastaneye götüreyim." Diye koluna sarıldı Miray'ın Turan. Alev alan gözlerini Turan'a dikti. Şu anda içindeki onu parçalama hissini sonraya bıraktı. Mühim olan Miray'ın canıydı.

"Sana gerek yok. Ben dururken sen mi götüreceksin?" dedi hafifçe Turan'ı itelerken. "Kalk Miray." Diyerek diğer koluna da kendisi yapıştı.

O anda hiç beklemeyeceği ya da duymak istemediği bir şey oldu. Miray'ın ağzından dökülen sözler bir ok gibi kalbini delip geçti.

"Turanla gideceğim. Bırak kolumu." Dedi ve hızla çekti Boran'ın güçlü parmaklarının arasından kolunu. Ağzı şaşkınlıkla açılmış ayağa kalkan Miray'a bakarken kız can yakan sözlerine devam etti. "Bundan sonra yanımda, yakınımda, yamacımda olma Boran. Benim için artık yok hükmündesin."

***

"Ben çok hata yaptım. Farkındayım da. Ve bu hataları temizleyeyim derken daha beter ediyorum, hiçbir şeyi telafi edemiyorum. Her geçen gün onu biraz daha öldürüyorum, biliyorum. Ama elimden bir şey gelmiyor Kubilay. Onsuz yapamıyorum, ondan ayrı kaldığım bir dakika bana zulüm, ölüm."

İçi içine sığmıyordu. Dayanamıyordu. Miray'ın o herifle gitmiş olması, kendisine zarar vermiş olması... Her şey beyninin içini kemiriyordu adeta.

"Belki de ondan vazgeçmenin vakti gelmiştir Boran." Dedi Kubilay. "Ona zarar verdikçe daha kötü olmuyor mu? Bende Pınar'a daha çok zarar verdiğimi görünce vazgeçmiştim ondan. Biz kavuşmuştuk ama siz? Sizin için bir son yok Boran. Sen onun dibinde olduğun her an biraz daha zarar veriyorsun."

"Haklısın..." dedi yüzünü sıvazlarken. "...haklısın. Gidiyorum bu yüzden, kız ne güzel iyi kötü bir hayat kurmuş burada kendisine ben geldim tekrar içine ettim. Sanki onu üzmek için yaratılmış gibiyim."

Acıyla gülümsedi. Sahi bu hayatta en son istediği şey onu üzmekken her seferinde biraz daha üzüyordu onu. Hoş üzmekten başka bir şey yapabiliyor muydu? Ne mutlu ediyordu, ne yüzünü güldürüyordu. Acıdan başka bir şey vermiyordu kıza. Bir buçuk yıl onu mutlu ettiyse de neredeyse iki katı üzmüştü. Buna son vermenin vakti gelmişte geçiyordu.

***

Bugün kampın son günüydü. O olayın üzerinden üç gün geçmişti, genç kız hiç görmemişti Boran'ı. Merak etmiyor değildi ama sormadı kimseye. Bu arada bir de Turan şu üç günde daha bir üşüşmüştü başına. Kendisini Boran'a tercih ettiğinden beridir kızın yakasından düşmüyordu, galiba gerçekten aralarında bir şey olabilecekmiş gibi düşünmüştü. Bu düşünceyle kızdı kendisine. Resmen birine ümit vermişti bilmeden, yapmamalıydı.

"Senden bir şey isteyeceğim ama kabul edeceksin." Dedi Pınar valizini toplarken. Beklentiyle Pınar'a baktı. "Bizimle İstanbul'a gelir misin? Sana doyamadım hiç. Sadece bir hafta oldu zaten. Sende gel, bir hafta da sen kal. Lütfen. Hem finalleriniz bitti, biliyorum. Yaz tatili geldi işte."

"Pınar biliyor-,"

"Of Miray! Hep aynı bahane. Tek o mu var İstanbul'da? Biz hiç mi önemli değiliz. Lütfen gel. En azından sadece bir haftalığına, lütfen."

Öyle istekli konuşuyordu ki Pınar. Nasıl reddederdi? Haklıydı hem. Tek o mu vardı İstanbul'da, Pınar için, Ayşe için gidecekti. Şu iki senede babasını bile görmeye gitmemişti. Babası da kendisini sadece iki defa görmeye gelmişti. Ne ironikti. Annesi mi? Annesi bir defa aramamıştı bile. Artık bir annesi yoktu. Fiilende yoktu onun için. Öldü kabul etmişti. Sekiz yaşındayken herhangi bir kazada ya da herhangi bir hastalıkla ölmüştü annesi, öyle kabul ediyordu. Yoktu artık.

Usulca kafasını salladı. Gidipte bir daha dönemeyeceği o İstanbul tatilini kabul etti.

"Pekala, geliyorum."

23/02/2018

*** 

KISA BİR BÖLÜMDÜ. GEÇİŞ BÖLÜMÜ SAYIN. YAZMAYA VAKTİM OLMADIĞI HALDE RESMEN ZAMAN YARATTIM SİZİN İÇİN. ŞU AN MÜTHİŞ BİR UYKUYLA YAZDIM  BU BÖLÜMÜ. ASLINDA BUGÜN BİLE GELMEYECEKTİ AMA SIRF SİZE SÖZ VERDİĞİM İÇİN YAZDIM. BU YÜZDEN ERKEN FİNAL YAPMAYI DÜŞÜNÜYORUM ARKADAŞLAR. EĞER ÜÇ DÖRT GÜNDE BİR GELMESİNİ KABUL EDERSENİZ 60. BÖLÜMÜ FİNAL DÜŞÜNÜYORUM. AMA EĞER Kİ SİZ BEKLEYEMEYİZ DERSENİZ HER ŞEYİ KISA TUTUP 50. BÖLÜMÜ FİNAL YAPACAĞIM. TERCİH SİZİN. 

+40 UZUN YORUMDA YENİ BÖLÜM GELİR.

SEVGİLER.

Bana Sen Lazımsın Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin