Allah’ım sesini duymuştu. İki buçuk yılın ardından onun sesini duymuştu bu kulakları. Her duyduğunda melodi gibi dediği o sesi ayların ardından duymuştu. Miray’ı kanlı canlı karşısında duruyordu.
Miray soldan başlayıp sırayla herkese sarıldı. Sıranın sonunda Boran’ın yanına geldiğinde dondu kaldı. Ne tokalaştı ne de sarıldı. Genç adam onun böyle karşısında boş boş bakmasına dayanamadı ve göğsüne bastırdı kızı. Genç kız ne geri çekildi ne de kollarını sardı adama. Öylece bekledi. Boran burnunu kızın saçlarına eğdi ve kokladı. Nefes aldığını hissettiren bu kokuyla ömür boyu sarhoş olmak istedi. İsteği yarım dakika bile sürmemişti. Kız usulca çekti kendisini. Ayakkabılarına bakarken saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Onun her bir hareketini izledi Boran. Utanmıştı. Ya da kendisiyle sarılmaktan gerçekten rahatsız olmuştu. Anlayamadı Boran. Çokta irdelemedi zaten.
“Sende hoşgeldin.” Dedi kız fazlasıyla kısık ve cılız bir sesle.
Yüzüne bakılırsa bu iki yıl hiç yaramamıştı Miray’a. Aksine daha beter olmuş, çökmüştü sanki. Boran bunların sebebinin kendisi olduğunu biliyordu, bunu anlıyordu ve bunca şeye sebep olmuş olmak canını çok yakıyordu. O Miray’ın gözünden akan her bir yaşın sebebi olmuştu. Yüzüne bakmaya kıyamadığı, öhü dese doktorları ayağına dizeceği sevdiği kızın gözünden akan her bir yaşın sebebi olmuştu. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu.
“Bizim ekip kahvaltıyı etti ama bize sizin etmeyeceğinizi söylediler. O yüzden bir şeyler hazırladım ben. Hadi gelin.” Dedi kız tebessümle.
O tebessümünde bile bir kırıklık vardı. Tam gülmüyordu bile kız.
“Yengem benim be! Döktürmüşsündür şimdi.” Dedi Barış pot kırarak. O anda kırdığı potun farkına vardı ve ekledi. “Yani şey... Ben... Pardon Miray, ağız alışkanlığı.”
Sorun yok dercesine gülümsedi kız önden yürüdü. Arkadaşları onu takip etti. Bir kilimin üzerine oturdular. Siyah büyük sırt çantasından yaptığı şeyleri çıkardı. Hepsinin kapağını bir bir açtı. Neşesi kaybolmuştu kızın ama hamaratlığından bur şey kaybetmemişti belli ki. Önündeki patatesli börekten bir dilim aldı. Gerçekten çok güzeldi. Onun yaptığı bir şeyleri yemeyi özlemişti. Özellikle kızın yanına oturmuştu. Belli ki Miray bundan hoşnut değildi ama tepki vermedi. Kız onu yanında istemiyordu ve bunu bilmek Boran’ı ayrı bir dağlıyordu. Yemeklerini yerken Turan gelip Miray’ın diğer tarafına oturdu.
“Arkadaşların mı Miray?”
“Evet Turan.” Dedi genç kız gülümseyerek.
Kızdı kendi kendine Boran. Neden bu adama gülümsüyor diye. Geldi geleli bir gülüşünü bahşetmemişti kendisine ama elin Turan’ına rahatlıkla gülüyordu. Sinirleri alt üst olurken Tutan oturup kalmıştı. Mirayla anılarını anlatıyordu. Bir de öyle ballandıra ballandıra anlatıyordu ki Boran’ın sınırı iki katına çıkmıştı. Miray Boran’ın fazlasıyla sinirlendiğini anlamıştı ama şimdilik bunu görmezden gelmeye çalıştı. Zira Boran çok korkunç duruyordu. Boynundaki damarlar sinirden belirmeye başlamıştı. Yumruk yaptığı eli her an Turan’ın suratında patlayabilirdi.
“Anlayacağınız okulda onun adı kanatsız melek. Ama bir melek kadar güzel ve iyi değil mi?”
Genç adam hiddetle ayaklandığında Kubilay tuttu onu.
“Napıyorsun abicim?”
“Kubilay ya beni tut, ya şu lavuğu yolla. Yoksa ben kendimi tutamayabilirim.”
Kubilay Miray’a döndü.
“Miray arkadaşın hemen gitmezse onun için iyi bir son olmayabilir.”
Miray uygun bir dille Turan’ı yanlarından uzaklaştırdığında hiddetle Boran’a döndü.
“Neden onu korkutuyorsun?” Dedi kızarak. “O senin aksine kibar bir insan.”
Genç adam kızın verdiği bu tepkiye çok mutlu olmuştu. Miray en azından bir tepki veriyordu. Geldiğinden beri suratına bakıp iki çift kelam etmemişti kız. Gerekirse sinirlensin ama yeter ki bir tepki versin istiyordu Boran. Onu böyle görmeye dayanamıyordu. Böyle boş bakmasına, kızarmış gözlerine, morarmış göz altlarına baktıkça onu ne hale getirdiğini görüyordu ve içinde sanki bombalar patlayıp, şehirler yıkılıyordu.
“Sana diyorum!”
Onun yükselen sesini tekrar duyduğunda tepki vermeden karşısındaki göle gitti. Mavi göl henüz az önce gördüğü kızın gözlerini hatırlattı ona.
Genç kız Boran’ın gitmesi üzerine hışımla ayağa kalktı ve kamp alanında her üç kişiye bir tane verilen kulübeye geçti. Yatağa yatıp ahşap tavanı incelerken düşündü.
Onu görürse neler olacağını biliyordu ve tahmin ettiği her şey başına gelmişti. Tutuk kalmıştı, konuşamamış, tepki vermemişti. Hep kendisini böyle bir karşılaşmaya hazırlamıştı zaten. Şimdi olmasa bile iki üç yıl kadar sonra elbet karşılaşacaklardı. Ortak arkadaşları çok fazlaydı ama şimdi görmüş olmak dağlamıştı kızı. Kendisini hazırladığı halde tam aksi davranmıştı. Güçlü görüneceğim, mutlu görüneceğim diye tembihlemişti kendisini ama insan ne kadar isterse istesin güçlü, mutlu olmadıktan sonra öyle görünemiyordu.
Saatlerce o yatakta yatıp düşündü. Çok sonra havanın karardığını gördü. Kızdı kendisine. Kahvaltıdan sonra gelmişti ve saatlerce burada böyle düşünmüştü. Arkadaşlarıyla hiç vakit geçirememişti. Geriye iki gün kalmıştı.
Pınar ve Ayşe girmişti içeri. Onlarla kalmayı tercih etmişti çünkü çok özlemişti. Gelip kızın yanına yatağa atladılar.
“Bak ya. Pis kıyafetlerinizle yatağıma atladınız.” Dedi söylenerek.
“Anlaşılan hala aynıyız.” Dedi Pınar gülerek.
“Yedek bir nevresim yok yanımda Pınar.” Dedi genç kız söylenmeye devam ederken.
“Ah yedek nevresim... Her şey onunla başlamadı mı zaten!” Dedi Ayşe.
“O nerede?” Dedi genç kız gözlerini pencereden dışarıya dikerek.
“Sen gittiğinden beri o da gölün kenarından kalkmadı. Oturuyor orada.”
Usul adımlarla dışarıya çıktı. Etrafın karanlığını sadece adamın sigarası aydınlatıyordu. Demek tekrar başlamıştı sigaraya. Yavaşça ilerledi yanına ve oturdu. Boran kafasını çevirip baktığında Miray’ı görmeyi beklemiyordu elbette. Ağzını açıp tek kelime edemedi. Konuşamadı. Yeni yetmeler gibi sevdiği kızı görünce dili tutulmuştu. Hemen söndürdü sigarasını parmağıyla ve göle attı. Kızın astım krizinin tutmasından korktu.
“Tekrar mı başladın sigaraya?” Dedi Miray. Boran’a bakmıyordu. Göle bakıyordu. Gökyüzündeki ay ışığı gölün üzerine düşüyor ve gecenin karanlığını az da olsa aydınlatıyordu.
“Ben senin canına ziyan olmasın diye bıraktım sigarayı. Benim canımın bir ehemmiyeti yok.”
Öyleydi gerçekten. Sırf Miray istiyor diye bırakmıştı, sırf onun hastalığı nüksetmesin diye.
Miray’ın dudaklarının arasından sahte bir kahkaha yükseldi. Öyle gerçeklikten uzak bir kahkahaydı ki...
“Benim canıma ziyan olmasın diye öyle mi?” dedi kendini durdururken. Bir anda ciddileşti. Yüzüne Boran’ın o nefret ettiği gölge düştü. “Sen benim canıma bunca zamandır ne kadar ziyan ettiğini bıkıyor musun? Hala ediyorsun.”
Yumruk yaptığı elini yere geçirdi genç adam. Miray haklıydı. Bunca zamandır onu üzmüştü. Şimdi görüyordu ki genç adam Miray iyileşmemişti. Miray hala kötüydü, iyiymiş gibi davranıyordu ama değildi. Mutsuzdu. Hiçbir şeyi atlatamamıştı. Göz altlarında ki mor halkalar hala geçmemişti. Uyumuyordu. Bedenine bakılırsa yemekte yemiyordu. Eskiden de çok güçsüz bir kızdı ama şimdi çok çelimsiz kalmıştı, iyice güçsüzleşmişti. Miray iyi değil değildi, Miray kötüydü. Gözleri doldu genç adamın. Onu ne hale getirdiğine ilk defa bu kadar yakından şahit oluyordu. Keşke dedi. Keşke atlatmış olsaydı. Benim karşıma güçlü bir şekilde çıksaydı. İki yıl boyunca benden intikam alma planı yapıp, bunları gerçekleştirseydi dedi. Aslında Miray kendisine bakmayarak çok daha ağır intikamını almıştı Boran’dan. Onun çökmüş bedenini görmek adamda müthiş bir acı yaratıyordu. Buraya gelip Miray’ın mutlu olduğunu görseydi, soğurdu içi. Bensiz de olsa mutlu derdi. Lakin kızı şimdi bu halde görmek kalbini paramparça etmişti. Onu terk ettiği gün ağzından çıkan her bir hıçkırık şimdi kulağına geldiği zaman kalbi atmaktan utanıyordu. Onun dudaklarının arasından kaçan her bir hıçkırık kalbine bir hançer gibi saplanıyordu. Feryadı da gitmiyordu kulaklarından.
“Affetmem Boran! Yemin ederim affetmem. Beni burada böyle bırakıp gidersen affetmem Boran.” Demişti kız.
Affetmeyecekti. Onu terk ettiği yetmezmiş gibi gözünün önünde defalarca başka kızlara gitmişti. Onun dolan gözleri hatta gözlerine sığmayan göz pınarlarından taşan göz yaşları gözünün önüne geldikçe yıkılıyordu. Ona hayal kırıklığı ile bakması... Miray’ı sonsuza kadar kaybetmişti.
“Affetmezsin değil mi?” dedi umutla. Biliyordu, affetmezdi ama sormak istedi.
“Bırakmam, demiştin.” Dedi kız gözünden akan bir damla yaşı silerken. “Ne olursa olsun seni bırakmam demiştin. Senin ailen benim demiştin. Senin her acını birlikte göğüsleyeceğiz, sen hiçbir yükü tek başına taşımak zorunda değilsin, demiştin. Sonra hem acı çekmeme sebep olup hem de bunları tek başıma taşımam istedin. Boran sen beni sevilmeye alıştırdın, yalnız olmamaya alıştırdın. Sonra bir anda yere bıraktın beni. Ben o gökyüzünde dolaşırken hep korktum, ya çakılırsam diye. Sonra dedim ki, Boran beni bırakmaz. O benim elimi bir an olsun bırakmaz. Ama ben şimdi yalnızım. Sana nasıl güvendim?” Dedi kendi kendisine kızarak.
Yavaş yavaş içini çekerek ağlıyordu. Sessizdi, bağırarak ya da sarsılarak ağlamıyordu. Kızın böyle içli ağlaması onunda ağlamasına sebep oldu. Sahi en son ne zaman ağlamıştı? Sekiz yaşında mıydı? Ya da yedi. O kadar eski bir zamandı ki hatırlamıyordu. Aşk açısı çekenlere hep kızmıştı ömrü boyunca ama şimdi kendisi o hale düşmüştü. Ne komikti. Aslında onun ki aşk acısı değildi. O Miray’a kavuşamadığından çok ona verdiği acılara ağlıyordu. O onun acılarına dertleniyordu.
“Konuşma böyle. Ne olursun.” Dedi genç adam burnunu çekerken. “Beni affetme, tamam. Ama yalvarıyorum mutlu ol Miray. Acı çekme. Yalvarıyorum. Dayanamam.”
İki yıl önce o lanet günü hatırladı genç kız. O günden sonra gerçekten toparlayamamıştı. Fark etmese de İstanbul’a çok alışmıştı. Ya da oradaki ortamına alışmıştı, bunu kestiremiyordu. Hele ki Sevgi’ye veda bile edemeden gitmiş olmak onu çok üzmüştü. Böyle bir kabalık yaptığı için hep kızmıştı kendisine ama o zamanlar bunu yapmaya bile hali yoktu. Daha sonrasında kadın defalarca aramıştı onu ama açmamış, açamamıştı. En sonunda hattını değiştirmişti zaten. Bir daha geri dönmemişti kadına. Bunun sebebi Boran’ın hayatına belki birisi girmiştir düşüncesiydi. Eğer onun hayatına birisi girdiyse artık onun ailesiyle fazla muhatap olması doğru değildi. Tamam Sevgi ve Ömerle arasındaki bağ sadece Boran değildi artık. Onlar artık ona anne babaydı ama ne olursa olsun başka birisi bundan rahatsız olurdu.
“Uyuyunca da geçmeyen acılar vardır.” Dedi Miray akan göz yaşlarını silerken.
Genç adam kahroldu bu sözlere.
“Son bir şans... Söz veriyorum acılarını unutturacağım.”
Usulca kafasını salladı genç kız.
“Çok geç...”
13/02/2018
***
KISAYDI BİLİYORUM AMA ANCAK YAZABİLDİM. VAKTİM YOK BİLİYORSUNUZ. BU ARADA BÖLÜMÜ OKUYANLAR MİRAY NEDEN GALA GÜÇLÜ DEĞİL DİYE KÜFÜR ETMEYİN. BEN BU KİTAPTA ÇOK FARKLI BİR MİRAY İŞLİYORUM. YANİ ŞÖYLE DÜŞÜNÜN HER KİTAPTA KIZ VE ERKEK AYRILIR, KIZ DAHA SONRA GÜÇLÜ VE MUTLU DÖNER, ADAMDAN İNTİKAM ALIR. BENİM YAPMAK İSTEDİĞİM İSE BORAN’I MİRAY’I MUTLU GÖREREK ÜZMEKTENSE ONA ÇEKTİRDİĞİ ACILARI GÖRÜP İKİ KATI ÜZÜLMESİ. UMARIM ANLATABİLMİŞİMDİR.
+30 UZUN YORUMDA YENİ BÖLÜM GELİR.
SEVGİLER.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Sen Lazımsın
Novela Juvenil"Uyuyunca da geçmeyen acılar vardır." Dedi Miray akan gözyaşlarını silerken. Genç adam kahroldu bu sözlere. "Son bir şans... Söz veriyorum, acılarını unutturacağım." Başlangıç tarihi; 24/12/2017 Bitiş tarihi; 20/04/2018