Pulli Gelin -24-

7.4K 395 13
                                    

Kaç saattir yürüdüğünün farkında bile değildi. Karadeniz'in tuzlu yosun kokusu ciğerlerine doldukça daha çok yürüyesi geliyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Sahil boyunca ara sıra yanan ışıklardan anlıyordu. Yoksa saat falan umurunda değildi. Ilım'ı istiyordu. İlk kez Karadeniz'in kokusunu değilde Ilım'ın kokusunu arzuluyordu ciğerleri. Arkasında hissettiği adım sesleri ile duraksadı. Dudakları hoşnutsuzlukla kıvrılırken, iki parmağıyla burun kemiğini sıktı.

Rahat vermeyecekleri anlaşılmıştı. Ulan dedi içinden. Hafif duraksayışının ardından tekrar yürümeye başladı. Bedenine yorgunluk çökerken arkadındaki adım sesleri devam ediyordu. Kim olduğunu adı gibi biliyordu. Olduğu yerde çivi gibi durup topuklarının üzerinde arkasına döndü. "Deve gibi boyunla saklanmayı da beceremiyorsun!"

Karalığa gözleri alışmıştı artık. Uzak çevrede yanan ışıklar çok da aydınlatmıyordu zaten. Hiçbir ses gelmemişti yanıt olarak. Yaprak hışırtılarının dışında koca caddede ses yoktu. "Davut, çık o girdiğin yerden!" diyerek bir kez daha kükredi, Ilgar.

Genç adam ağır adımlarla çıktı, yol kenarındaki ağaçların arasından. Ilgar, kollarını aşağı doğru hareket ettirirken kafasını sağa sola salladı. "Oğlum bir rahat yok mu sizden?"

"Ama abi?"

"Başlatma lan abinden! Senin ne işin var lan burada, ne zaman geldin?"

Davut, dudaklarını birbirine bastırıp başını eğdi. "Sen geldikten bir gün sonra," derken sesi normalden daha fazla kısılmıştı.

Genç adam, çektiği nefesi yanaklarını şişirerek geri verdi. "Kimler biliyor burada olduğumu?" Uzaktan uzağa konuşmaktan sıkılmıştı. Attığı adımlarını biraz genişletip kısa sürede Davut'un yanına ulaştı. Genç adam Ilgar'ın birkaç günde çökmüş olan yüzüne baktı. Kemikli yapısından hiçbir şey kaybetmemiş olsa da solmuş gibiydi. "Herkes," diyerek kısaca yanıtladı.

Ilgar, dudaklarını birbirine bastırıp anladığını belirtircesine kafasını salladı. Şükür ki, sadece Davut peşine takılıp gelmişti. En yakındalarıyla arasına mesafe koymak ne kadar doğruydu bilmiyordu ama şu durumda kimseyi duymak veya dinlemek istemiyordu. Duyduğu her ses kulaklarına ağır gelirken, kimin söylediği aklında kalırdı ki.

"Abi bir yere falan mı gitsek?"

Ilgar, tek kaşını havaya kaldırarak genç adamın yüzüne baktı. "Nasıl bir yere?" Davut, bir eliyle alnını ovalayıp "Kafayı bulacağımız bir yere abi," dedi. Ilgar'ın yüz ifadesi yumuşarken hafif bir tebessüm sundu. "Gidelim gitmesine de bayılıp kalırsan seni sırtıma almam haberin olsun," diyerek göz kırptı.

Davut, genç adamı biraz da olsa gülümsetmiş olmanın mutluluğunu hissetti. "Sen nasıl istersen abi," diyerek gülümsedi.

***

Sabah ezanının okunmasına neredeyse bir saat kalmıştı. Küçük bir balıkçı teknesinin içinde kendilerine ufak bir masa hazırlamışlardı. Kaç bardak içtiklerinin farkında değillerdi. İki büyük açılmıştı ama üçüncüsünü gören olmamıştı. Sanki o iki büyük şişeyi kendileri içmemiş gibi tek bir sarhoşluk belirtisi yoktu. Ancak bir şey vardı ki, iki koca adamında akılları bulanıktı. "Of ulan," dedi Ilgar, hafifçe olduğu yerde sallanırken. Bu kadarı bile normal gibiydi.

Davut, kafasını rakı bardağından kaldırıp "Benden de bir of abi," dedi parmağını Ilgar'a doğru sallayarak. Ilgar, dudaklarından firar etmeye niyetli olan kelimeleri yutmakta güçlük çekiyordu. Kanındaki alkolün sebebi miydi yoksa pullisinin hasreti mi ağır gelmişti bilmiyordu. Gözleri nemlenirken kendisiyle savaşıyordu adeta. İlk başlarda sadece kalbi sıkışmıştı oysa şimdi ruhu da can çekişiyordu. Dur diyemiyordu artık. Bitti, bitirdi diyemiyordu. Bu kadar basit olamazdı. Ama kahretsin ki, tek bir adım bile atamıyordu.

Pulli Gelin | Maviye Tutkun Serisi-2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin