[6] Bir Ömür Sonra

215 39 554
                                    

UMUT en son ne zaman bir şeyler yediğini hatırlayamadı. Belki de bugün içtiği o çay, dünden beri boğazına giren soğuk nefesten hariç ilk gıdaydı. Şimdi ise önünde yer sofrası kurulmuş, kendisi de bir güzel kurulmuştu ve 'acıkan adam işte böyle yer' cümlesinin altını çiziyordu.

Sofra kaldırıldıktan sonraki gelen demli çaydan bir yudum alınca bir şeylerin eksikliğini hissetti ve elini gömlek cebine attı. Aradığını bulamayınca,

"Hikmet Amca, ceketim nerede acaba?" diye sordu. Hikmet Amca cevap vermek yerine kalkıp ceketi getirdi.

"Kusuruma bakma, Hikmet Amca, sana da gerektiği gibi teşekkür edemedim! Sen olmasan belki geceyi sokakta geçirecektim. Yengemin de ellerine sağlık!" Ceketin iç cebinden sigara paketini alan Umut, kendisi için bir dal çıkardıktan sonra paketi uzattı. Hikmet Amca kullanmadığını belli ettikten sonra,

"Ne zahmeti, evladım. Hiç tanrı misafiri insana külfet getirir mi? Sahi o halin neydi? Bir hastalığın falan mı var yoksa?" diye sordu. Sigarayı yakıp ilk nefesi çeken Umut,

"Yok, Hikmet Amca, iyiyim ben. Hem baksana hasta adam sigara içer mi hiç." dedi hafif tebessüm ederek. Hikmet Amca'nın yüzünde ise hüzünlü bir tebessüm belirdi.


SEVDA'nın kapısı acı acı çalıyordu. Sabahın köründe hem de hafta sonu kapısını yumruklayan bu münasebetsizin kim olduğunu çok merak ediyor, sinirden yorganı dövüyordu. Yataktan oflaya puflaya kalkıp dış kapıyı açtı. Açar açmaz Hasret içeri daldı.

"Kızım, deli mi edeceksin sen beni, dün geceden beri telefonun kapalı!" Sevda kapıyı çarparak kapatıp umursamaz bir tavırla,

"Sabahın köründe derdin ne senin Hasret, Allah aşkına?" dedi ve geri gidip yatağa yattı. Yorganı da kafasına çekti. Hasret çantasını salondaki koltuğa fırlatarak odaya daldı bu kez.

"Ne sabahın körü, saat on olmuş. Hem, merak ettim kızım. Telefonun kapalıydı. Belki önemli bir haber verecektim." Sevda iyice yorgana gömüldü. Hasret onun bu halini görünce devam etti:

"Ben çay demliyorum. Sen de bir an önce kalk kendine gel. Sana çok önemli bir şey anlatacağım."

Sevda kurtulamayacağını anlayınca mecbur yataktan kalktı. Yüzünü yıkayıp salondaki koltuğa oturdu ama henüz kendine gelmiş sayılmazdı. Gözlerini bir noktaya kilitleyerek öylece donuk bakıyordu.

"Hu, öğretmen hanım! Kendine gel artık. Misafir ben miyim sen misin?" Hasret bir yandan kahvaltılıkları masaya diziyor, bir yandan da Sevda'yla uğraşıyordu.

"Benim canavarlardan betersin, Hasret, bi susmadın! Ne uyku bıraktın ne huzur." Sevda kucağındaki kırlenti Hasret'e atar gibi yaptı. Hasret masanın arkasına geçip siper aldı ama Sevda kırlenti atmayıp kanepeye çaldı. Hasret saklandığı yerden çıkarak,

"Gel benim güzelim! Bak sana ne güzel kahvaltı hazırladım. Bütün sinirlerini yatıştıracak cinsten." Sevda ağır adımlarla gelip kahvaltı masasını süzdü. Sandalyeyi çekip oturdu ama iştahı henüz açılmamıştı. Hasret ise günlerdir bir şey yememiş gibi saldırmıştı kahvaltılıklara.

"Sabah sabah nasıl bu kadar acıkmış oluyorsun, şaşıyorum."

"Sen de benim gibi sabahları koşsan acıkırsın. Hem bu sonbahar havası daha bir iştah açıyor."

"Sen dünyaları yesen de kilo almıyorsun ki niye koşuyorsun?"

"Ben sağlık için koşuyorum."

"Sen ona, yakışıklı birine rast gelmek için koşuyorum desene..."

"Bak yakışıklı dedin de geçen gün..."

Hayat Oyunu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin