[27] Mavera

118 18 237
                                    

Ah bu güzel şehrin, sevdalıları buluşturan deniz kenarı! Sen ki nice aşklara şahitsin...

Ah bu güzel şehrin umut taşıyan gemilerine bağrını açan rıhtım! Sen ki nice âşıkları birbirinde kavuşturansın...

Ah bu güzel şehrin ümit kaynağı denizi! Sen ki her derdi dinleyen, çaresizlerine teselli olansın...

Ah bu güzel şehrin, bazen nazlı bazen serseri rüzgârı! Sen ki nice sevgilileri birbirine yaklaştırırsın...

Ah güzel şehir, ah! Sen ne de güzelsin!..

Lise çağlarındaki altı genç adam karnelerini alır almaz kendilerini bu şehrin sevdalı oldukları bu deniz kenarına atmışlardı. Kravatlar çoktan çözülmüş, güneş yaktıkça gömleklerin üst düğmeleri de birer birer açılmaya başlanmıştı.

Kimin cebinde ne kadar parası varsa ortaya çıkarıp hemen bir tekne kiraladılar. Denize açıldıkça ufuk yaklaşıyor, karadan uzaklaştıkça dertlerinden kurtuluyorlardı, ılık ılık esen rüzgâr ise karnelerindeki kırıkları savurmakla kalmayıp yiyecekleri azarın da şiddetini azaltıyordu.

Ütülenmemiş masmavi bir çarşaf gibi olan denizde büyüye küçüle ilerleyen balıkçı teknesinin içerisinde kaptandan hariç altı kişi daha vardı. Aziz, dümenin başındaki kaptanı pür dikkat izliyor; Hikmet, sırtına küpeşteye vermiş çizgi-roman okuyor; Rıza, başını demir korkuluklara dayamış gözlerini ufuktan alamıyor; Eşref, abisinin tüm ikazlarına rağmen tekneden sarkarak parmaklarının ucuyla suya değmeye çalışıyor; Mehmet, ellerini dürbün yapmış yunusları arıyor, Akif ise teknenin en arkasında defterine bir şeyler karalıyordu. Aziz,

"Kaptan, biraz ben tutabilir miyim dümeni?" diye sorunca kaptan, önce Aziz'in boyuna posuna, sonrasında gözlerine baktıysa da pek emin olamadı ama yine de müsaade etti:

"Gel, bakalım!"

Aziz, son raddesinde güç bela tutulan manivela kolunun, gelen emirle birlikte bırakılmasının ardından boşa çıkan dişlinin bağlı olduğu demir silindirden boşalan çelik bir halat gibi fırlayarak dümene geçti. Lakin bomboş denizde küçük bir balıkçı teknesinin dümenindeki acemi bir çocuk gibi değil de adeta çok yüksekleri mesken tutmuş ve tüm vadinin hâkimiyetini almış bir kartal gibi duruyordu; keskin yuvarlak gözleriyle ufka bakıyor, devasa pençeleriyle dümeni tutuyordu ve Aziz artık tümüyle bir kaptan gibi duruyordu.

Hikmet başını okuduğu çizgi-romandan kaldırıp, Akif'in bir şeyler yazdığını görünce yerinden kalkıp yanına gitti:

"Hayırdır, okul bitti sen hâlâ ders mi çalışıyorsun?"

"Yok ya, ne ders çalışması... isim arıyorum bizim tayfaya."

Kaptan, Aziz'in başını okşarken,

"Hadi bakalım Muço! Şimdilik bu kadar yeter." dedi. Aziz, sevgilisinden ayrılır gibi ayrıldı dümenden ve gelip Akif'in diğer yanına çöktü:

"Ne o, karnendeki kırıkları mı düzeltiyorsun?"

"Sen kendi kırıklarına bak! Resimci bana takmasaydı şu anda 'teşekkür' almıştım."

"Bana da tüm hocalar takık, canım, aldırma!" Aziz gülerken Hikmet,

"Bizim tayfaya isim arıyormuş." dedi.

"İyi de neden?" Akif derin bir soluk aldı. Çok uzun zamandır aklında bu söyleyeceklerini düşündüğü belliydi:

"Ne bileyim, öylesine... Okulda, mahallede... her zaman her yerde beraberiz. Dertlerimiz, kavgamız bir... beraber bölüşüyoruz her şeyi... yediğimiz, içtiğimiz bir..." Aziz,

Hayat Oyunu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin