[16] Aşk Anlatılmaz Yaşanır!

185 29 298
                                    

UMUT, gündüzünün de gecesinin de bir olduğu ve aslında umursamayacak kadar da vazgeçebileceği bu hayatı, ilk bakışta yüzünden anlaşılamayan ama ruhunu kötü huylu bir kanser gibi saran iç huzursuzluğuna rağmen neden hâlâ kuralına göre yaşadığına bir türlü anlam veremiyordu; tıpkı içerisinde yaşadığı paragrafla bir türlü geçinemeyen kuralsız bir cümle gibiydi; hem o cümleye ait hem de eğreti duruyordu, yakışmıyordu işte!

Aziz Kaptan, Umut'u, 'Her an dışlanma korkusuyla yaşamaktansa kendimi oyunun dışına çıkarsam mı?' düşüncesi içerisinde gelip gittiği esnada buldu. Aynı zamanda sanki az önce denizleri aşıp karşı kıyıları döven çığlığın sahibi o değilmiş gibi denizin karanlık sularına bakarken durgun buldu. Gelip omzuna dokundu. Umut uzaklara bakmaya devam ederken de konuştu:

"Uyku tutmadı ha, evlat! Tutmaz. İnsan bir yere ait olmadı mı ne uyku tutar ne de huzur bulur. Gerçi huzurlu bir yer kaldı mı, onu da bilmiyorum ya..." O sıra Umut, Aziz Kaptan'a bakınca Aziz Kaptan soruyu anladı ve hafiften güldükten sonra,

"Sen bana bakma. Ben denizin içinde doğmuşum. Anlayacağın bizimkisi mecburi sevdalılık yani... Balık tuttum mu karnımız doyuyor, olmadı mı uykuya vuruyoruz. Az para çok huzur, yaşayıp gidiyoruz işte." dedi.

Yeleğinin cebinden çıkardığı tabakadan bir sigara alarak yaktı ve Umut'a verdi. Umut, sigaraya, eski bir dostunu uzun süredir görmüyormuşçasına sarıldı ve derin uzun bir soluk çekti. Ardından o bir türlü gelmek bilmeyen ve onu bu diyardan alıp götüremeyen vasıtalara inat yoğun bir duman gönderdi ufka. Aziz Kaptan da kendisi için bir sigara yakıp ilk nefesin ardından konuşmasına kaldığı yerden devam etti:

"Hayat bir değirmen gibidir, evlat. Seni alır döndürür, döndürdükçe de ezer zannedersin ama asıl gayesi başkadır. Sen eğer taşın altında kalırım korkusuyla kaçarsan yere düşüp kaybolursun, ne kıymetin olur ne de kimse seni fark eder; ama eğer dişini sıkıp da sabredersen, illa taşın altına girersen kabuğundan sıyrılır özünü bulursun. 'Kimim ben?' diye bağıracağına 'Ben buradayım!' diye haykırırsın." Umut uzaklara bakmaya devam ederken Aziz Kaptan sigarasını koyu denizde batırdı ve sonrasında,

"Sen nasılsan öyle adam çıkar karşına. Yalnızsan yalnızları bulursun, eğer sevdalıysan sevdalı gönülleri..." dedi ve ardından işaret parmağıyla mendireğin ucunda usul usul parıldayan deniz fenerini gösterdikten sonra,

"Şu deniz fenerini görüyor musun? Sence o yalnız mı yoksa sevdalı mı?" diye sordu. Umut'un bir cevap vermesini beklemiyordu ama yine de usulen bekler gibi yaptıktan sonra gırtlaktan ağır ağır konuştu:

"O hem yalnız hem de sevdalı... neden mi? Çünkü o bir taş. İşte bu yüzden yalnız; ama diğer yandan o bir ışık, bir umut. Bu yüzden de sevdalı. Peki ya sen? Sen nesin evlat? Taş mısın yoksa ışık gibi umut mu?"

Aziz Kaptan elini Umut'un omzuna dokundurdu tekrardan ve geldiğini nasıl belli ettiyse gittiğini de belli etti. Umut ise hiç onu dinlememiş gibi, söyledikleri bir kulağından girip diğerinden çıkmaya fırsat bulamadan iç karanlık yollarda kaybolmuş gibi, Aziz Kaptan'ın kulübeye girip de uyuyacak kadar zamanın geçmesini bekledikten sonra, bir türlü uyuşamadığı bu hayatın anakarasından ayağını çekip kayığa atladığı gibi karanlık sulara açıldı. Sonraki adımı teknik olarak mümkün olmasa da suyundan da ayağını çekmekti; ama asıl niyeti, soluduğu havadan ilişiğini kesmekti.

SEVDA ancak güneşin doğmasına yakın uykuya dalabildi. Öğlene doğru uyandığında bir müddet yataktan çıkmadı. Düşünceli bir hali vardı; ama düşünmüyor, sadece öylece duvara bakıyordu. Hasret kapıyı tıklatıp usulca kapıyı araladı. Gelip yatağın başucuna çöktü ve Sevda'nın saçlarını okşamaya başladı. Tam 'Ben buradayım, her zaman yanındayım, seni yalnız bırakmam!' diye söze başlayacaktı ki Sevda o çok az duyulan kadife sesiyle anlatmaya başladı:

Hayat Oyunu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin