[22] En Kıymetli Hazinedir Aşk

159 27 470
                                    

UMUT, üzerindeki yükü sonunda sağlam bir limana boşalttığını düşünüyor olsa da Eşref Usta'nın tarafında durum hiç de öyle zannettiği gibi değildi ve şu anda Eşref Usta'nın ruhundaki derin sancı herhangi bir şeye odaklanmasına imkân tanımıyordu. Masanın arkasında iş yapıyor gibi görünse de asıl işi yapan yıllanmış tecrübe sahibi bedeniydi; fakat kısa bir süre sonra gözü görmez eli de tutmaz olunca sonunda paydos etti ve,

"Hadi bakalım, Umut Efendi! Seninle şöyle biraz deniz havası alalım." dedi. Umut'un gözlerindeki parıltıyı söylememize gerek yok sanırım.

Eşref Usta ceketini giydi. Ardından çekmecedeki fotoğraf makinesini alıp omzuna astıktan sonra diğer koluna da Umut'u taktı ve kol kola yürümeye başladılar sokaktan aşağıya. Deniz kenarına geldiklerinde Umut'un alıcı gözlerle fotoğraf makinesini süzdüğünü gören Eşref Usta sonunda Umut'un bakışlarındaki soruyu cevapladı. Fotoğraf makinesini uzatırken,

"Artık bu fotoğraf makinesi senin."dedi. Umut biraz şaşırmıştı. Elini uzatmadan sordu:

"Bununla ne yapacağım ki ben?"

"Ne istiyorsan onu yap. İstersen aynanın karşına geçip kendini çek istersen saniye saniye kaçıp giden hayatı yakalamayı dene..."

Umut tereddüt etmeyi bıraktı ve fotoğraf makinesini eline alınca nereden tutulacağını biliyormuş gibi tuttu, nereden bakılacağını biliyormuş gibi vizöre dayadı gözünü; fakat nasıl fotoğraf çekileceğini bilmesine rağmen bir türlü deklanşöre basmayınca Eşref Usta,

"Daha ne duruyorsun? Bak bakalım, fotoğraf karesine sığıyor mu sığmıyor mu dünya?" dedi.

Umut sonunda bastı işaret parmağının altındaki düğmeye ve böylelikle ilk karesi, uçsuz bucaksız masmavi bir deniz oldu. Eşref Usta, Umut'un yüzündeki tebessümü, gözlerindeki parıltıyı görünce doğru bir karar verdiğini anladı ve yeni yol arkadaşını boynuna asıp yeni kareler çekmek için heyecanla etrafa göz gezdiren Umut'u yalnız bırakarak ayrıldı.

SEVDA ile Hasret arasında ''Umut'u görmeye tekrar gitmeliyiz.'' cümlesinden sonra bir sessizlik oyunu başlamış, ayrıldıklarında da sadece baş hareketleriyle vedalaşmışlardı. Sevda şu an dairesine girmiş, yatağına oturmuş düşünüyordu. Aslında akşamdan beri düşünüyordu. Neredeyse tüm umudu kırılmış hatta yok olmuştu. Cevabının olumsuz olduğunu bile bile düşünüyordu. Zaman ilerledikçe düşünme seansı içinden çıkılamaz bir hal almaya başlayınca yazmaya karar verdi ve kalın kapaklı çizgisiz defterin sahneye çıkmasıyla kalemin buluşması bir oldu.

En Kıymetli Hazinedir Aşk

Bilinmeyen ülkenin bilinmeyen topraklarında yaşayan gri gözlü, iri yapılı DAĞ ile yeşil gözlü, narin mi narin OVA'nın hikâyesi bu.

DAĞ her sabah uyandığında öncelikle avuçlarının arasındaki GÜNEŞ'i altın bir lira gibi parlatır sonrasında da kaslı, çirkin vücudundaki tek tük saç tellerini RÜZGÂR'la tarayarak GÖL aynasında uzun uzun dalgalandırırdı.

Kalender OVA ise tüm gün boyunca rengârenk ve birbirinden güzel kokulu ÇİÇEK tokaları takmış halde kendini fark ettirmeye çalışır, diğer yandan da gündüzleri âşık olduğu DAĞ'dan geceleri korkardı.

Buna karşın DAĞ her ne kadar mağrur olsa da gündüzleri eteğinde sıra sıra dizilmiş çakı gibi duran Ağaç askerlerine güvenir, karanlık çökmeye yakın da önce en kıymetlisi GÜNEŞ'i yüreğine saklar sonrasında da mutlaka AY lambasını yakardı ve GÜNEŞ'i bir daha görememek korkusuyla sabaha kadar taştan gözyaşları akıtırdı zirvesinden aşağıya. OVA işte büyük bir gürültüyle GÖL'e düşen bu taşlardan ürker, aşkını da yüreğine gizler de gizlerdi.

Hayat Oyunu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin