[19] Hakikat-i Sevdâ

149 27 282
                                    

SEVDA yolun tamamını Hasret'in kolunda yürümüş ya da Hasret hiç bırakmamıştı biricik arkadaşını; ama apartmanın önüne geldiklerinde Sevda kolunu çekince Hasret,

"Bu gece de beraber kalırız diye düşünmüştüm..." dedi hüzünlü gözlerle. Sevda, Hasret'in ellerinden tutarak,

"Sağ ol canım, iyiyim ben..." dedi. Hasret emin olmayan gözlerle bakınca da, "Sen beni merak etme!" cümlesini ekledi fakat Hasret yine de sorma gereğini hissetti.

"İyisin değil mi?" Sevda gözlerini yumarak cevapladı bu kez.

"Bak, gidiyorum. Sonra çok ağlarsın ardımdan..." Sevda'ya günün son tebessümünü de ettiren Hasret doyasıya sarıldı arkadaşına ve "İyi bari bir taksi çağırayım ben o zaman." diye tamamladı konuşmasını.

Hasret'in bindiği taksi uzaklaşırken Sevda da apartmana doğru tam dönecekti ki sokağın köşesinde bir karaltı fark etti ya da kendisine öyle geldi. Emin olmak için uzun uzun bakmak istediyse de tedirgin olunca hızlıca apartmanın kapısına yöneldi. Girişteki demir kapıyı anahtarıyla açıp içeri girdi ve camın ardından bir kez daha baktı; fakat yine kimseyi göremedi. Merdivenleri, damarlarındaki hızlanmış kanın ritmine uygun çıktı. Dairesine girer girmez pencereye koştu nefes nefese ve perdeyi kapama bahanesiyle göz ucuyla sokağın köşesine baktı. Baktığı anda da sanki aniden karşısına çıkan bir nesneden korkar gibi irkildi ve ayakuçlarından saç tellerine kadar vücudu diken diken oldu. Sonunda onu yakalamıştı, belki de yakalanmıştı, kim bilir.

DUYGU tüm gün Umut'un geçip gidebileceği yollardan, olabileceği muhtelif mekânlardan ve özellikle de denizin kıyısından her ne kadar uzak durmaya çalıştıysa da günün sonunda, akşamın nöbeti yeni yeni aldığı saatlerde Umut'un evinin önünde buldu kendini. Ev, Umut buradayken nasılsa öyleydi yine; terk edilmiş, soğuk, karanlık... Duygu, cama yansıyan sarı ışığın, sokak lambasına mı yoksa bir muma mı ait olduğunu kestiremediğinden Umut'un evde olup olmadığını bilemedi; aslında adı gibi biliyordu ama kabullenmek istemiyordu işte!

Bile bile elini uzatıp tahta kapıyı araladı. Tahta kapı her zamanki gibi eteklerini yere sürte sürte gıcırtılar eşliğinde aralandı ve Duygu içeride kimsenin olmadığını bile bile hafifçe başını içeri uzatıp baktı. Hissettiği ne soğuk bir rüzgâr ne de içtiği soğuk bir bardak suydu... tek yaşadığı duygu; Umut'un o bilindik yüz ifadesindeki soğukluktu, gözlerinin içerisine yuva yapmış karanlıktı, koyu paltosuna tutunmuş yalnızlıktı, tek cümleyle ayaza çekmiş koyu bir yalnızlıktı işte!

Duygu kapıdan elini çekti. Kapı geldi gitti, geldi gitti ama bir türlü yuvasına kavuşamadı ve terk edilmiş bir evin kapısı nasılsa öylece boşlukta kalakaldı. Duygu ise terk edilmiş bir kalbin sahibi nasılsa o halde uzaklaşırken bir çift göz tarafından izlendiğini bilmiyordu. Bilseydi ellerini gizler gözyaşlarını saklardı; ama şimdi hayatın dört bir taraftan getirip gönül coğrafyasına bıraktığı içli içli yağmurlarda ıslana ıslana yaşıyordu ya da sadece göz göre göre ağlarken ağır aksak yürüyordu.

UMUT, akşamın, nöbeti geceye devrettiği saatlerde otelin dönüş yolundaydı. Ama otele gitmek istemiyordu; çünkü uykunun tutmayacağı gecenin uzunluğu kadar malumdu. Gidip yine o sandalyeye oturmak, sabaha kadar o perdenin aralığından caddeye bakmak ağır gelecek gibiydi. Rotasını, hikâyesini en başından beri bilen ve kopuk film şeritlerini birbirine ekleyebilecek tek kişinin evine çevirdi.

Saatin gece yarısını geçmesine rağmen yine de gidip kapısına tıklattı. İkinci tıklatmanın ardından kapı açıldı ve pijamalarını giymiş bir adam o tok sesiyle,

"Saatin kaç olduğundan haberin var mı, evlat?" dedi. Umut kurnazca bir bakış atarak,

"Sen daha iyi bilirsin, ustam!" dedi. Eşref Usta tebessüm ederken,

Hayat Oyunu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin