[21] Herkesin Derdi Kendine Büyük

143 24 269
                                    

DUYGU için sahafa gelmek Umut'un yokluğunu iliklerine kadar hissetmesine sebebiyet verse de Hikmet Amca'yı tek bırakmak hiç içine sinmediğinden, yüklendiği manayı taşıyamayacak bir kelime kadar çaresiz bakışlarla gelip durdu sahafın bilinmedik boşluklarında ve geldiğinden beri 'Sen bana bir yol göster, Hikmet Amca!' dememek için kendini zor tutuyordu. Aslında tutmasına gerek yoktu. Birazdan Hikmet Amca bir çay isteyecek, kendisine de bir bardak doldurup karşısına oturmasını isteyecekti ve işte o beklenen zaman da gelivermişti.

"Açık konuşacağım kızım! Senin bu halini hiç beğenmiyorum."

Duygu, Umut'a olan hislerinin ne kadarından Hikmet Amca'nın haberdar olup olmadığını anlamaya çalıştı. Gerçi çalışmasına gerek yoktu; çünkü bu bakışlarda bir sorunun, bilindik bir sorunun saklı olduğunu bilen Hikmet Amca dediği üzere açık konuşacaktı.

"Umut iyi çocuktur, hoş çocuktur ama nasıl söyleyeyim biraz zordur. O yalnız bir adam ve yalnız bir adamı sevmek, karayla bağı olmayan bir feneri sevmek gibidir. Işığını görürsün, yanına gitmek istersin; ama dalgalardan varamazsın, varsan bile fırtınalardan dolayı kalamazsın..."

Duygu anlıyordu hatta başından beri biliyordu tüm bunları; ama zaten onun bu yönüne, her daim karanlık ve gizemli karakterine tutulmuştu. Bir karşılık vermeyip sadece başını önüne eğdi ve öylece bir müddet oturdu kitap kulelerinin ardındaki uzaklara bakarak. Hikmet Amca'nın ise söyleyecekleri henüz bitmemişti ama tüm ışıkları bir anda söndürüp karanlığı getirmenin kimseye bir faydasının olmayacağını bildiğinden sustu.

UMUT sabah kalkar kalkmaz evden çıktı. Fırından çıkalı çok olmamış bir ekmek, bakkaldan da kahvaltılık bir şeyler aldıktan sonra Eşref Usta'nın saatleri tamir ettiği ve aynı zamanda zamanın açtığı yaraları tedavi ettiği saatçi dükkânına doğru yürüdü. Yürürken aklından, akşam 'Ma ve Ra'nın ardından yazılması gereken şiiri yazmak istedi ama yazamadı. Her nedense yüreğini sarıp sarmalayan duyguyu netleştiremedi; belki de Sevda'ya giden yolda yürümesine rağmen ona varamamak karıştırmıştı hislerini... ama artık vazgeçmeyeceği bir yola girdiğini biliyor, bunu aklından hiç çıkarmıyordu. Elbet bugün ya da yarın mutlaka ona kavuşacaktı. Bundan emindi.

Gelirken gördüğü ilk çeşmede durup domatesleri ve biberleri yıkadı. Dükkâna geldiğinde ise kapıdan girmeden önce duvardan sarkan butona basarak iki büyük bardak çay söyledi. Eşref Usta, Umut'un sesini duyunca tebessüm etmeye başlamış, kendisini görünce de gözleri ışıldamıştı.

"Gel, evlat! Bakıyorum da erkencisin."

"Fazla bile uyudum." Eşref Usta gözündeki büyüteci çıkarmadan Umut'u şöyle bir süzdükten sonra,

"Öyle olsun, bakalım." dedi.

Küçük sehpa ortaya çekildi önce, sonrasında üzerine serilen gazete kâğıdını kırmızıbiberli ve bol limonlu zeytinler süsledi, ardından tulum peyniri ve diğerleri. Çaylar geldiğinde Eşref Usta da canını yeteri kadar sıkan elindeki uyduruk saati bırakarak gelip tabureye oturdu. Ama kahvaltı sofrasını görünce neşesi yerine geldi.

"Oo süs biberi ha!"

"Bir de pembe domates olaydı ustam..."

"Olaydı iyiydi ama olmayanla işimiz yok!" Umut nedense bu cümleyi üzerine alındı ama Eşref Usta'nın bir sonraki cümlesi, bu hislerinde yanıldığını gösterdi.

"Ah ulan kerata! Sen gidince en çok şu kahvaltı sofralarını özlüyorum."

"Estağfurullah, ustam! Hem ne demiş şair?.."

"Ne demiş?"

"Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı."

Hayat Oyunu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin