Duman - Kırmış Kalbini
Keyifli okumalar...
"Ak kızım..."
Onun nefesi, onun sıcacık nefesi enseme vururken neden kendimi güvende hissediyordum? Onun bana büyük bir korku vermesi gerekmez miydi? Ama ben eksik parçamı bulmuş gibi rahatlamıştım. Ama böyle olmamalıydım. Öyle değil mi? Kulaklarıma dolan kalp atışlarımı onun da duyduğunu hatta hissettiğini biliyordum.
Yavaş yavaş kendine gelen bedenimle zaten zayıflayan tutuşuyla kollarının arasından çıktım. Bir hışım ona dönerken gözlerim sinirden irileşmiştim. "Senin ne işin var burada?"
Sabahki halinin aksine siyah bir Jean, siyah spor ayakkabılar ve siyah bir tişört giymişti. Uzun saçları alnında gelişi güzel dağılmıştı. Bu haliyle serseri bir hava yaratıyordu. Zaten onun serseri halini sevmemiş miydim?
"Asıl senin burada ne işin var?"
Elbette neden Hakkari'de olduğumu sorguladığını anlamıştım ama anlamamış gibi davrandım. "Burası benim evim!"
Yeşilleri bağırmamla alev alırken çenesini sıktığını kasılan dişlerinden ve sinirlendiğinde ortaya çıkan alnındaki yeşil damardan anlamıştım. "Neyden bahsettiğimi anladın Akşın! Beni kızdırma."
Paşamızı kızdırmak ne haddimize. Maazallah elinde beni tehdit edebileceği bir dağ varken üstelik. "Öğretmenim ben."
"Başka yer mi kalmadı da burayı yazdın!"
Babamlar anlamamıştı ama o anlamıştı. Hep anlardı. Hep bilirdi. Elbette burayı ben yazmıştım. Çünkü onun buralarda olduğunu biliyordum tek bilmediğim, tahmin edemediğim ve asla tahmin edemeyeceğim şey onun teröristlere katılmış olabileceği gerçeğiydi.
"Seni ilgilendirmez."
Benim açtığım mesafeyi bir adımda kapatırken dibimde bitmişti. İnce bileğim iri avucu arasına hapsolurken acımı dişlerimi sıkarak dışarı vurmadım. Bu Cihanşah değildi olamazdı. O asla bana kaba kuvvet uygulamazdı ki. O kimseye böyle davranmazdı. Anlaşılan benim Cihan'ımın yerinde yeller esiyordu. Ama neden? Ne onu bu kadar değiştirmişti?
"Buradan hemen gidiyorsun Akşın!"
Bileğimi elinden kurtarmaya çalıştım ama benim bu çabam onu bana daha çok yakınlaştırmaktan ve bileğimin daha fazla güçle ezilmesinden öteye gidemedi. Canım gerçekten yanıyordu. "Gitmiyorum. Buna sen karar veremezsin. Unuttun mu öldün sen! Bizim için ölüsün. Bırak öyle kalsın. Karşıma çıkma."
Yüzü öfkeyle çarpılırken sırtım sert duvarla birleşti. Hayranı olduğum yeşillikleri bir adım ötemdeydi. Ama... o benim Cihan'ım değildi. "Sen bu şehri terk edene kadar karşına çıkacağım Akşın."
"Çıkamayacaksın. Aşağıda askerler var. Benim askerlerim. Beni ve benim gibileri korumak için uğraşan insanlar. Buraya nasıl girdin bilmiyorum ama bir dahakine gelemeyeceksin."
Ağzımdan çıkan her söz onu kırmak içindi. Kırıldığım kadar kırılsın istiyordum. Ve... sanırım başarmıştım. Gözleri gözlerimin içine bakıyordu ama bakışları, düşünceleri burada değildi sanki. Dudağının kenarında kederli, küçük bir gülümseme belirdi.
"O askerlerden biriyken bana hayrandın."
İnkâr etmedim. Zaten bu herkesin bildiği bir gerçekken neden inkâr edeyim ki? Boşta olan elimi yüzüne götürdüm. Önceleri pürüzsüz olan teninde şimdi varlık sürdüren sakallarını sevdim. İlk afallasa da sonra yanağını avucuma bastırmıştı. Yanağını sevdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOĞU KARTALI
General FictionTÖRE KİTABI DEĞİLDİR TAMAMLANDI "Cihan," dedi en nazlı sesiyle, her zamanki gibi. Bakışları bir şey isterken olduğu gibi kısılmış mavi mavi bakmaya başlamıştı. Sanki onun küçücük ağzından çıkan her sözün benim için birer emir olduğunu bilmez gibi. ...