Bölüm 30

2K 95 11
                                    

      Bir haftadır elimde birkaç sayfalık bir bölüm var ve ben yayınlamakta çok tereddüt yaşadım. Elimdeki bölümü ikiye ayırdım şuan okuyacağınız bölüm asıl olayların başlangıcı olacak fakat, içime sinmeyen bir şeyler var. Bu pek kurguyla alakalı olmasa da, tıkandım...  üretkenliğim tükenmedi ama bu hikayeyle ilgili ciddi sorunlar yaşıyorum. Aklımda sürekli yeni kurgular dönüyor ve bundan sonraki hikayemde neredeyse kurgunun finalini yaptım. Ama aynı şeyi "ölüyorum!" için yapamıyorum. Aklımda dönüp duran finali bir türlü sevemedim ama başka finali de yakıştıramıyorum. :(

"Yağmuru özledim," dedim gözlerimi kapatırken. Hayat yanımdaki sandalyede oyun hamurlarıyla bana pasta yapıyordu. Söylediğim üzerine hasır şapkasını başından çıkarıp, gözlerini güneş nedeniyle kısarak bana yaklaştı. "Şapka mı verebilirim," dedi tatlı sesiyle "Böylece güneş seni bunaltmaz."

Gülümseyip başımı iki yana salladım. "Hayır, tatlım," dedim yanağını okşarken "güneş beni bunaltmıyor. Sadece yağmuru daha çok seviyorum." Hayat başını aşağı yukarı sallayıp oyun hamurundan boyanan elini elbisesinin eteğine sildi. "Anladım Hevin abla. Babam demişti ki, yağmuru sevmemizin sebebi, yağmurdan sonraki toprak kokusuymuş."

"Evet," dedim onu yanıma çekip saçlarını okşarken. "Bir bakıma öyle." 

Güneş vücudumu ısıtıyordu. Son zamanlarda sıcaklara rağmen vücudumu ısıtmak güç bir hal almıştı. pek bir şey yiyip içmiyordum bu yüzden iyice güçsüzleşmiştim. Herkes beni rahat ettirmek için elinden geleni yapıyordu. Baran, Hayat, Ateş... 

Bu durum beni fiziki olarak rahatlatsa da, ruhen vicdanım bu rahatlıktan oldukça yoksundu. Çağan'la ilişkimizi kestiğimizden beri hergün Ateş'e gitmesini söylüyordum. Ben olmadan, hayatına hiç girmemişim gibi devam etmesini. Ama hiçbir yararı olmuyordu. Rahatsızdım, hastalığım son zamanlarında gerçekten çekilmez biri olacaktım. Baran, bana bu dönemde başka bir kişiliğe bürünebileceğimi ve bilinçsiz davranışlarda bulunacağımı söylemişti. Beni kimsenin bu halde görmesini istemiyordum. Hiç kimsenin... 

"Portakal suyun hazır!" Ateş elinde koca bir bardak portakal suyuyla yanıma oturdu ve bardağı bana uzattı. Bardağı elinden aldım ve hiçbir tepki vermedim. Onunla fazla konuşmuyordum ya da gülümsemiyor ya da samimi hiçbir davranışta bulunmuyordum. Gitmeliydi, gerçekten gitmeliydi.

"Biraz müzik açalım mı?" dedi Ateş beklentiyle. Hiçbir tepki vermeksizin saçlarımı örmeye başladım. Oldukça uzamışlardı ama çok güçsüz ve bakımsız bir hal almışlardı. Yine de saçlarım benimle kaldığı için şanslıydım.

"Ya da sessizce karşı duvarı izleriz," dedi Ateş sırıtarak ve benim yaptığım gibi karşı duvarı izlemeye başladı. Saçlarımı karşı duvara bakarak ördüm ve örgümü omzuma atıp duvara bakmaya devam ettim. Bir zaman sonra sıkılacak ve gidecekti.

"Bütün gün bunu yapabilirim," dedi Ateş. "Ah, çok eğlenceli!" Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Cidden, deliydi bu çocuk.

"İnanamıyorum!" dedi Ateş sandalyesinde doğrulup bakışlarımı ona çevirip neye şaşırdığını anlamaya çalıştım. Anlamsızca suratına bakarken parmağıyla baktığımız duvarı işaret etti ve "Vay anasını." diye bağırdı. Hala neye şaşırdığını anlamadığım için kaşlarımı çatıp önce işaret ettiği yere daha sonra da ona baktım. Yüzüne kocaman bir gülümseme yayılırken ayağa kalktı ve işaret ettiği yere yürümeye başladı.

"Sakın şunu görmedim deme bana Hevin," dedi duvarın yanına gelip elini duvara koyarken. "Çok güzel, şuna bir bak nasılda çıkmış buradan." Başını iki yana sallayıp gülümserken merak duygum kabardı ve uzandığım yerden kalkıp yavaşça yanına geldim. Gördüğüm şey karşısında ağzımın açılmasına engel olamadım. Duvarın içinden, bir çiçek çıkmıştı. Fakat daha açmamış yalnızca filizlenmişti. Duvarlar gerçekten sık örülmüş taş tuğlalardan oluşuyordu ve su geçirmesi neredeyse imkansızdı. Bu çiçeğin nasıl orada filizlendiği konusundan hiçbir fikrim yoktu ve gerçekten müthişti.

Ölüyorum...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin