~ 2 ~

578 117 8
                                    

Bilmediğiniz bir sırrın ağırlığıyla karanlığa yavaş yavaş adımlar atarak yaklaşmak.. Her seferinde kabusunuz da ulaşmak üzereyken uyanmak. 

On iki yıl önce daha küçük bir çocukken herkesin son bulduğunu düşündüğü biranda her şey başlamıştı. Damarlarımda dolaşan kanın laneti küçük bir çocukken esir almıştı ruhumu.. Ailemi kaybetmemle beraber tekrar son bulduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi bütün her şeyin başladığı yerde tekrardan devam ediyordu.

İlk gördüğüm kabus.. Artık daha net ve daha karanlıktı.

Çıplak ayaklarımın altındaki nemli toprak kokusu ciğerlerimin her bir köşesine nüfus ediyor, bu kabusun gerçekliğini sorgulamama sebep oluyordu. İlk duyduğumda beni korkutan o masum mırıltılı melodi şimdi kalbimin huzurla dolmasına neden oluyordu. Ve ben artık o şarkının sahibine ulaşmak istiyordum. Yavaş adımlarım eşliğinde yerlerdeki kurumuş yapraklara sürtünen uzun beyaz elbisemin uçları giderek soluyordu.

İleride duran büyük meşe ağacının kalın dalları neredeyse toprak zemine değmek üzereydi. Korkutucu görünen bu karanlıkta tek tanıdık gelen o ağacın görkemli duruşuydu. Yüz yaşından büyük olan bu ağaç nesillerdir ailemize ait olan toprakların üzerinde yaşamını sürdürmekteydi. Ama lanet bu ağacı da kendine aracı olarak seçmişti. İlk ölüm bu ağacın dalları arasında gerçekleşmişti. Gelenek haline gelerek her bir dala kazınan isimlerin yanında tarihler de yer almaktaydı. 

Kulaklarımı dolduran melodinin kesilmesi ile kalın ağaç gövdesinin arkasında birinin olduğunu fark ederek hiç düşünmeden büyük bir heyecanla attığım adımlar beni ağaca ulaştırmıştı. Çıkıntılı gövdeye dokunduğumda ağacın tüm canlılığının ruhuma temas ettiğini hissediyor ve elimi çekmeden etrafında yavaş adımlarla yarım tur atarak sesin sahibine biraz daha yaklaşıyordum. 

Kızıl kahve rengi saçları kalın bukleler halinde salınmış yere değiyordu. Birkaç adım daha atarak karşısına geçtiğimde yorgun gibi görünen bu kadının destek almak istermiş gibi kalın ağaç gövdesine dayanmış ve gözlerinin kapanmış olduğunu gördüm. Beyaz teni ağaç dalları arasından sızan ay ışığıyla beraber daha solgun görünmesine sebep oluyordu. Vücudunu saran siyah elbisesinin üzerinde kırmızı çiçek işlemeleri vardı. Elbisesinden bu kadının çok eski bir dönemde yaşadığı anlaşılıyordu. Tuttuğu birkaç kağıdı sıkıca kavramış ve elleri arasında kırıştırmıştı. 

Gözlerini aralayarak akan bir damla yaşı elinin tersiyle silip "Sonunda geldin demek?" dediğinde gözlerinin yanımda duran kişiye kenetlendiğini fark ettim. Sanki oradaki tek görünmez kişi ben gibiydim.

Ellerinde tuttuğu kağıtları yuvarlayarak sarmış, parmağında duran ince gümüş halkayı da çıkartarak kağıtların etrafına dolamış olduğu hasır ipin ucuna bağlamıştı. "Bunu ona götür lütfen ve hiç kimsenin haberi olmasın." dediğinde yanımda duran kişiye uzatmıştı. 

Hiçbir şey demeden yanımızdan ayrılan genç adamın uzaklaşmasıyla kadının gözlerinin bana çevrilmesi bir olmuştu. Oturduğu yerden doğrularak ayağa kalktığında soğuk elleri yüzümle buluşmuş ve nazik bir okşayışla "Herkesten daha masumsun.." demişti. Beni nasıl görebildiğine anlam veremiyordum. 

"Kalbin o kadar saf ki.. Bu yüzden, herkesin ulaşamadığı yerdesin."

"Sen o.. Sen o isimsiz.." dediğimde nazik bir gülümsemeyle beraber gözlerini hafifçe kırpmıştı. 

Gökyüzüne baktığında yüzünde beliren tebessüm solarak endişeli bir hale bürünmüştü. "Güneş doğmak üzere, artık gitmen gerek." dediğinde ellerini benden uzaklaştırarak bir adım geri çekilmişti.

"Ama ben-" sözlerimi yarıda keserek "Güneş doğmadan gitmen gerek, yoksa asla bir daha geri dönemeye bilirsin." demişti. 

Gözlerimi araladığımda yatağımdan doğrularak derin nefesler eşliğinde açık pencereme doğru baktım. Terden alnıma yapışan saçlarımı geriye doğru atarak elimi alnımda bıraktım. Hava aydınlanmak üzereydi. Güneş ışığının karanlık gökyüzünün bir kısmına yayıldığını görebiliyordum. 

Yatağımdan kalkarak pencereme koştuğumda ilk gözüme çarpan büyük meşe ağacı olmuştu.  Hızlıca kapımı açarak merdivenlere yöneldiğimde tavan arasından gelen tanıdık melodi olduğum yerde durmama sebep olmuştu. Tavana baktığımda her zaman kilitli olan o dar ahşap kapağın kilidinin açık olduğunu gördüm. Boş kiler odasına gidip tahta merdiveni alarak duvara dayadığım da ufak bir tereddütün ardından kapağı aralayarak yukarı çıkmıştım. Etrafımda oluşan tozlu havayı elimi sallayarak dağıtmaya çalışıyor, öksürüğümün çok ses çıkartmaması için diğer elimle de ağzımı kapatıyordum. 

Küçük tozlu cam kenarında oturan arkası dönük kadının, saçları dağınık ve kıyafetleri oldukça yıpranmış görünüyordu. Yarım bir şekilde bana doğru döndüğünde elinde tuttuğu küçük ahşap kutunun yanında duran anahtarı kurarak tozlu sandığın üzerine bırakmıştı. Yeniden çalmaya başlayan o tatlı melodi tüm tavan arasını dolduruyordu. 

"13 kayıp ruhu kurtarman gerek.. Biz kurtulduğumuzda onu da kurtarabilirsin.." demişti. 

"Sen 13 kayıptan birisin." dediğimde tozlu pencereden yayılan gün ışığıyla beraber kadın yavaşça toz halinde kaybolmuştu. Ahşap sandığın başına gittiğimde kapağının kilitli olduğunu anladım. Anahtar deliği kısmı paslanmak üzere olan metalle kaplıydı. Bir ağacı andıran bu kilidin kabartmaları üzerinde parmak uçlarımı dolaştırdığım da tozlu camı silerek küçük pencereden görünen meşe ağacına baktım. Bu kilit anahtarın nerede saklı olduğunu bana anlatmak ister gibi görünüyordu. 

...

Vote vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Şimdiden teşekkürler.

XIII Kayıp RuhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin